Denize Açılan Pencere: OBSEA

Kötü bir gün mü geçiriyorsunuz? Günlük işlerinizden mi bunaldınız? Kendinizi boğulmuş mu hissediyorsunuz? O zaman size harika bir önerim var. Önce kendinize güzel bir kahve yapın. Sonra geçin bilgisayarınızın karşısına, açın internet tarayıcınızı. Adres boşluğuna http://www.obsea.es yazın. Açılan sayfada “Live Camera” linkine tıklayın. Görüntüyü büyük ekran yapıp sualtına inmeden önce derin bir nefes alın. Sonrasında gelsin karagözler, sargozlar, papaz balıklar. Arada asabi sinaritler karıştırsın ortalığı. Akyalar önünüzde devriye gezsin. Ve bunların hepsi bulunduğunuz yerden çok uzakta da olsa, o an gerçekten yaşanıyor olsun. Hem de bir akvaryumda da değil. Akdeniz’de 20 metre derinlikteki bir gözlem istasyonunda.

İstasyonun suya indiriliş anı

Obsea, İspanya’daki Katalonya Politeknik Üniversitesi’nin bir projesi. Proje kapsamında kıyıdan 4 km açıkta deniz tabanına yerleştirilen gözlem istasyonu, kıyıyla kablo bağlantısı sayesinde elektrik ve data alışverişinde bulunuyor. İstasyon belirli bakım dönemleri hariç sualtından sürekli canlı yayın yapıyor. İstasyon sadece sualtından canlı yayın yapmakla yetinmiyor. İstasyona bağlı bulunan çeşitli ölçüm cihazları sürekli olarak suyun tuzluluğunu, sıcaklığını, akıntıları, deniz tabanındaki sismik hareketleri ve daha bir çok önemli veriyi karadaki ana istasyona anlık olarak iletiyor.

Sualtı İstasyonu

İstasyonun kurulduğu alan balıkçılığa kapalı bir bölge. Bunun etkilerini ekrandaki canlılıktan da anlamak mümkün. Yine de çeşitlilik mevsime göre değişiyor. İstasyon nispeten sığ denilebilecek bir derinlikte kurulduğu için kış aylarında çeşitlilik ve balık sayısında önemli oranda azalış gözleniyor. Ancak baharın gelmesiyle beraber ortalık bir hayli hareketleniyor. Obsea’nin canlı yayınında en çok karşılaşacağınız türler sargoz, karagöz, papaz balığı, çeşitli lapin türleri ve iskorpitlerden oluşuyor. Ancak iyi bir güne denk gelirseniz sinarit, akya, çipura, kınalı sargoz, eşkina gibi türlere de rastlamanız olası.

Eşkina

Kalamar

Sinarit

Çipura

Sinarit

Sinarit


Benim gibi aklınızın bir köşesinde sürekli olarak “acaba şu anda orada neler oluyordur” sorusunu taşıyan biriyseniz Obsea’yi mutlaka sık kullanılan sayfalarınız arasına eklemenizi tavsiye ederim. Kim bilir bir gün böyle bir proje ülkemizde de gerçekleştirilir, bizler de İstanbul Boğazı’ndan göç eden lüferleri, Çanakkale’nin levreklerini, Ege’nin sinaritlerini aynı keyifle izleriz.

Gittim, Aldım, Döndüm.

Sabah alarmının sesi beynimin en derin noktasına kadar işleyerek beni uyanmaya zorluyordu. Oldum olası alarmlardan nefret etmişimdir. Sırf bu nefretim yüzünden alarm sesini duymamak için genellikle uyanmam gereken saatin bazen on beş dakika, bazen yarım saat öncesinde vücut saatim ile uyanırım. Ancak o gün öylesine yorgundum ki, bırakın vücut saatimle uyanmayı, o lanet tiz sesli alarmın bile beni uyandırmaya uzunca bir süre gücü yetmemişti. Anca alarmın sesi giderek yükselip yeri göğü inletmeye başladığında tek gözümü zorlukla aralayabildim. Telefonu duvara yansıyan ışığından el yordamıyla bulup alarmı ertelemek için rastgele bir tuşa bastım. Tam uykuya yeniden dalacaktım ki, sanki bir yerime iğne batmış gibi yattığım yerden zıpladım. Uyumamalıydım. Bugün haftaiçi değildi, İstanbul’da değildim, ve buraya balık tutmak için gelmiştim. Bir gayretle yataktan fırlayıp üzerimi değiştirdim. Beş dakika içinde tüm malzemelerimle birlikte hazırlanıp yola çıkmıştım.

Avlağa vardığımda havanın aydınlanmasına daha en azından yarım saat vardı. Hava o kadar sakin, deniz o kadar kıpırtısız ve etraf o kadar sessizdi ki, kendimi adeta boşlukta hareket ediyor gibi hissediyordum. Çevrede dolaşan kedilerin ayak sesleri dahi sanki etrafımda bir hayalet geziniyormuşçasına içime derin bir ürperti salıyordu. Kısa süreli tedirginliğin ardından mümkün olduğunca az ses çıkararak takımlarımı hazırlamaya koyuldum. Öncelikle her zaman yaptığım gibi bir kenarda dursun diye sübyeyle yemlediğim takımı at-çek’lerimden etkilenmeyeceği bir bölgeye savurdum. Ben daha arkamı dönüp diğer oltayı hazırlamaya başlamadan yemli oltanın zili çalmaya başladı. Vuruşlar sürekli ancak cansızdı. Bir süre sonra dayanamadım ve oltayı tasmalayıp çekmeye başladım. Oltanın ucunda dirençsiz bir hareketlilik vardı. İlk misafirimiz belli olmuştu. İğneyi midesine kadar indirmiş 40 santimlik bu minik mığrıyı, misinayı iğneye en yakın yerden keserek azat ettim. Oltaya yeni iğne bağlayayım derken günün ilk ışıklarıyla denizde hareketlilik de başlamıştı. Daha fazla vakit kaybetmenin anlamı yoktu. Yemli takımı bir kenara bırakıp at-çeklere başladım. Önce az dalarlı 11-13 cm’lik sert sahteleri, sonra da 3 gramlık jigheadlere monte ettiğim çeşitli silikon sahteleri denedim. 15-20 dakikalık sürede hiçbirinden sonuç alamayınca, son silahım olarak çantamdaki su üstü sahtelerini denemeye başladım.

Denizin çok karışık olmadığı zamanlarda çoğunlukla 8-9 santimlik su üstü sahteleri tercih ediyorum. Bugüne kadar bu alandaki favori sahtem ise River2Sea markasının Bubble Pen modeliydi. Modeliydi diyorum çünkü hem uzağa erimi, hem de yüzüş aksiyonu bakımından harika işler çıkaran bu sahteyi ne yazık ki River2Sea markası üretimden kaldırdı. Bayilerdeki stokların tükenmesiyle birlikte Bubble Pen’e alternatif olabilecek başka bir sahte arayışına girdim. Ve uzun arayışlarım nihayetinde Bubble Pen’in yokluğunu aratmayacak bir sahte buldum. Savagear markasının Top Prey isimli modeli atış eriminin Bubble Pen’e göre nispeten kısa olması dışında görünüş ve aksiyon olarak levrek avı için güzel bir alternatif sunuyor. Bu modelin özellikle sırtı siyah olanlarının levreğin başlıca yemlerinden ilaryaya benzemesi dikkat çekici. Sahte klasik su üstü WTD hareketinin yanında, biraz sert aksiyonla su seviyesinin hemen altına inerek kefallerin klasik yanlama görüntüsünü de taklit ediyor.

Savagear Top Prey kefal yavrusuna (ilarya) olan benzerliğiyle levrek avı için iddialı bir model.

Bugüne kadar levrek avlarımda en yüksek verim aldığım River2Sea’nin Bubble Pen modelini artık piyasada bulmak çok zor.

Nitekim Top Prey kendisine şans verdiğim ilk avda başarılı oldu ve güzel bir levreği karaya getirdi. Oltamdaki silikon yemi değiştirip su üstü sahteye geçeli henüz birkaç atış olmuştu. Silikon aksiyonundan WTD aksiyona geçerken ritmi tutturmaya çalışııyordum ki bir anda oltanın ucunda ardı ardına kafa darbeleri patladı. Sağlam bir tasma koyarak iğneyi levreğin sert ağzına oturtmaya çalıştım. Balığın ilk ve son direncini karşıladıktan sonra kolaylıkla kıyıya aldım.

Savagear Top Prey ilk avında görevini başarıyla tamamladı.

Levrek çok atletik bir balık olmayabilir. Ancak yeterli dikkat gösterilmezse orta ebattaki bireyleri dahi rahatlıkla bu ikili mücadelede kazanan taraf olabilir. Levrek tutarken dikkat edilmesi gereken balığın ilk yakalandığı andaki direnci, ve kıyıyı gördüğü andaki mücadelesidir. Levreğin bu saltolarını kazasız belasız atlatırsanız çok büyük ihtimalle balığı kıyıya almışsınız demektir.

İlk günün levreği. 1.200 gram

Sabahki dingin hava öğleden sonra yerini keşişlemeye bıraktı. Biz de bunun üzerine akşam suyuna keşişlemeyi tam karşıdan alan bir bölgeye gittik. Denizin çalkantısı levreğin avlanması için çok müsaitti ancak civarda iskele yapımı için çalışan platformun çıkardığı sesler balığı ürkütmüş olacak ki elimiz boş döndük. Akşam balıkçıda güzel bir sofra eşliğinde balığımızı pişirttirerek günün yorgunluğunun keyfini çıkardık.

Yorucu bir av gününün sonunda kendi tuttuğunuz balığı arkadaşlarınızla yemenin keyfi başkadır.

Onca yorgunluğuma rağmen ertesi sabah alarma ihtiyaç duymadan uyanabilmiştim. Evden çıkarken rüzgarın gücünü iyice artırmış olduğunu hissettim. Aklımda yine dünkü balığı aldığım yere gitmek vardı ancak bu bölge keşişlemeyi tam karadan aldığı için biraz tereddüt ediyordum. Yine de şansımı bu bölgede denemeye karar verdim. Avlağa vardığımda keşişlemenin güney bileşeninin kuvvetlendiğini, bunun da kıyıya ufak da olsa dalga taşıdığını gördüm. Bu çalkantı balığın avlanma güdüsünü kamçılamak için yeterliydi. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber ilk balığımla da mücadelem başlamıştı. Balık güzel dirense de, yeni değiştirmiş olduğum ipe güveniyordum. Kıyıya paralel yüzen balığı dalgalardan da faydalanarak sorunsuz bir şekilde kuma yatırdım. Balık dünküyle hemen hemen aynı ebatta 1 kilo 300 gramlık bir levrekti.

İkinci günün yakışıklısı… 1.300 gram…

Yarım saat sonra bir vuruş daha aldım. Mücadele bu sefer biraz daha zayıftı. Balığı tam dalgaların arasından görecek iken olta boşaldı. İstemiş olduğum balığı yakalamış olmanın verdiği rahatlık ile hiçbir şey yokmuş gibi kaldığım yerden at-çek’e devam ettim. Yaklaşık iki saat daha devam eden denemelerimde hiçbir şey alamadım.

Bir beyaz yakalı çalışan olarak bana ayrılan iki günlük sürenin yine çabucak sonuna gelmiştim. Eskiden İstanbul’a dönüşlerimde Boğaz’da lüfer, sarıkanat avlarını düşleyerek küçük de olsa bir teselli bulurdum. Ancak son yıllarda İstanbul’a dönmek için hiçbir neden bulamıyorum. Umarım hayatımın çok geç olmayan bir evresinde huzurla balık tutabileceğim bir şehre, kasabaya ve köye yerleşir de bu şehrin kaosundan kurtulurum. Maalesef o zamana kadar ancak haftasonlarında hasret gidermeye mahkumum.

Mavi Yüzgeçli Orkinosların Hazin Sonu

Muazzam bir fotoğraf ama hikayesi acıklı. Denizlerin en hızlı ve kuvvetli balıklarından olan mavi yüzgeçli orkinoslar dünya genelinde aşırı miktarda avlanan balıkların başında geliyor. Bu fotoğraf Akdeniz’deki bir orkinos çiftliğinde çekilmiş. Üreme potansiyelleri yok edilerek doğadan koparılan orkinoslar burada çok kısa sürede yağlandırılarak suşi yapılmak üzere Japonya’ya gönderiliyor. Çünkü Japonlar bu balıkların her biri için servet ödüyor. Bu denizler ve bu balıklar bizim milli servetimiz olmasına rağmen hiç birimiz faydalanamıyoruz. 100 mil münhasır ekonomik bölgemiz bulunan Karadeniz ve iç denizimiz olan Marmara’daki neslini tükettik. Akdeniz’deki uluslararası sularda bizim hakkımıza düşen kota kadarını avlayabiliyoruz. Birkaç balıkçı zengin oluyor, birkaç godaman Japon keyif yapıyor. Biz de fotoğraflarına bakıp iç geçiriyoruz.

Maldiv Usulü Sırıkla Balık Avcılığı (Pole&Line Fishing)

İşte size gerçek bir av bereketi. Gerçek bir bereket diyorum çünkü Maldivli balıkçıların yüzyıllardır uyguladığı sırıkla balık avcılığını (pole&line fishing) günümüz endüstriyel balıkçılık yöntemlerinden ayrı tutmak gerekir. En pahalı teknolojik cihazlarla donatılmış devasa gırgır teknelerinin sonarla tespit ettikleri göç halindeki balık sürülerinin etrafını çevirerek yaptıkları av benim nazarımda katliamdan farksızdır. Bu devasa teknelerin kullandıkları ağın boyutu ve derinliği dudak uçuklatan cinstendir. Maldivli balıkçıların uyguladığı yöntem ise tamamen emeğe ve şansa dayalı bir avcılıktır. Bu yöntemde hedef dışı hiç bir balık avlanmadığı gibi yakalanabilecek balık miktarı da sınırlıdır. Geleneksel yöntemlerinden vazgeçmeyen Maldivli balıkçıların yüzyıllardır avladığı balık miktarında bizdeki gibi bir düşüş söz konusu değildir. Bizim uyguladığımız balıkçılık politikasının ise sürdürülebilir avcılıkla uzaktan yakından alakası yoktur. Nitekim sürdüremediğimiz de apaçık ortadadır. Bugün lüferin, kalkanın kilosu 100 tl’nin, bir karışlık barbunların kilosu 50 tl’nin altına düşmüyorsa, tezgahta satılan balıkların yarısından fazlası çiftlik balığıysa, deniz zengini bir ülke olduğumuz halde ihraç etmeyi bırakın balık ithal ediyorsak, Karadeniz ve Marmara’da onlarca balığın neslini tükettiysek bunun sebebi halen uygulanmakta olan balıkçılık politikamızdır. 

LRF – İstavrit Azmanları

LRF yönteminin en gözde balıklarından biri de istavrittir. Öyle ki, bu yöntemin mucidi olan Japonlar ajingu adını verdikleri LRF takımlarıyla istavrit avcılığını ayrı bir balıkçılık disiplini olarak ele alırlar. Biraz abartı gibi görünse de Japon kıyı balıkçıları arasında ajingu yöntemini çılgınlık seviyesine dönüştüren büyük bir topluluk var. Bu ufak tefek, çekik gözlü insanlara hak vermemek elde değil doğrusu. Bir dönem ben de bütün yaz boyunca silikon kurtlarla istavrit avladım. O zamanlar gerçek bir LRF takımım olmasına rağmen ufacık zokalar ve silikon kurtlarla istavritleri kandırırken inanılmaz zevk aldım. Bugünlerde kullandığım çok daha düşük atarlı LRF kamışları ve hafif makineler sayesinde avdan aldığım zevk de katlandı.

Gündüz vakti nispeten açıkta ve derinde bulunan istavrit sürüleri hava kararmaya yakın kıyılara inerek geceyi kıyıda geçirir. Bunun bir çok sebebi olmakla birlikte bu sebeplerin başında beslenme alışkanlığı geliyor. İstavritlerin en sevdiği besinlerin başında gelen küçük kurtlar gündüz vakti kıyılardaki midye ve kayaların arasında gizlenir. Gece aktif olan bu kurtlar havanın kararmasıyla birlikte saklandıkları yerden çıkıp suyun içinde dairevi hareketler çizerek serbest şekilde dolaşır. Kurtların yanı sıra bir çok küçük kabuklu deniz canlısı da gece ortaya çıkar. Sonuç olarak bu canlıların yoğun bulunduğu yerlerde istavritler için tam anlamıyla bir beslenme çılgınlığı yaşanır.

Karadeniz, Marmara ve kısmen Ege’de suların çok soğuk olduğu dönemler dışında gece vakti kıyılar beslenmeye güdülenmiş istavrit sürüleriyle doludur. Plankton adı verilen mikroskobik deniz canlılarıyla beslenen kıraçalar sahil ışıklarının aydınlattığı alanlarda toplanırken deniz kurtları ve kabukluların peşinde olan iri istavritler midyelerin bol olduğu kayalıklar, rıhtım duvarlarının dibi ve iskele ayaklarının arasında dolaşır. Işık altında toplanan kıraçaları 1 g’lık zokalar ve çok ufak silikon kurtlarla avlamak mümkündür. Suyun yüzeyinde hafifçe oynatarak yüzdürdüğümüz silikon kurdun peşine takılan onlarca istavrit birbiri ardına yeme saldırır. Boşa giden ısırıklardan sonra nihayet balıklardan biri zokanın kancasına takılır. Bu bile başlı başına zevkli bir olaydır. Ama asıl zevki doğru LRF malzemeleriyle azman istavrit yakaladığınız zaman alırsınız. İri istavritlerin dolaştığını bildiğiniz özellikle kayalık ve sığ meralarda 1-2.5 g’lık zokalar ve 40-50 mm’lik silikon kurtlarla atıp çekerek 1 kg’a kadar çok iri boyda istavritler yakalayabilirsiniz. Kıvrak deniz kurtları gibi silikon kurdunuza kamışın ucuyla vereceğiniz küçük zıplatma hareketleri de iri istavritlerin yeme saldırmasını kolaylaştırabilir.

Azman istavritlerin en bol bulunduğu yerler bacakları iri midyelerle kaplı iskeleler, derin rıhtım duvarlarının dipleri ve liman içleridir. Bu tarz yerlerde LRF yöntemiyle iri istavrit avlamak çok daha kolay ve keyiflidir. Çok hafif zokalara iliştirdiğiniz silikon kurtları ileri sallamaya çalışmak yerine iskele ve rıhtım gibi yerlerden hemen önünüze sarkıtarak çeşitli aksiyonlarla azman istavritleri kandırabilirsiniz. Dibe indirdiğiniz silikon kurdu hiç aksiyon yaptırmadan ağır ağır yukarı çekebilir, sararken ya da arada durdurup küçük zıplatma hareketleri yaptırabilir ya da makul bir derinlikte sarmadan hafifçe yukarı aşağı oynatarak yürüyebilirsiniz. Civarda dolaşan iri bir istavrit varsa her şekilde yeminize vuracaktır. Daha önce yakalamış olanlar iri istavritlerin ne kadar sert balıklar olduğunu bilir. Aynı mücadeleyi çok hafif takımlarla yaşadığınız zaman alacağınız zevki bir bir düşünün. Yazarken bile tüylerim diken diken oldu…

Kendo Zero Arise 75

Kendo Zero Arise 75 maket balıklarıma yenilerini ekledim. Bu küçük oyuncaklar çok tehlikeli. Zarganadan azman istavrite, levrekten barakudaya kadar kandıramayacağı balık yok. Bazen en büyük avcılar bile en küçük balıkların peşindedir. Büyük boy maket balıklarımızı takip ettikleri halde saldırmazlar. İşte böyle anlarda aynı yemle ısrarcı olmak yerine daha küçük boy sahtelerle denemekte fayda var. Bu sahtelerin aksiyonu benden tam not aldı. Galvenizsiz WMC marka kancaları da gayet sağlam ve yeterli ağız genişliğine sahip…

Geçmiş Avlardan: İlk Levrek

Son dönemde işlerimin yoğunluğundan ve adam akıllı balığa çıkamamamdan dolayı hazırdan yiyorum. İşler rayına oturup, bana hem balığa çıkacak, hem de yazı yazacak zaman kalana kadar bir süre daha konserveleri açmaya devam edeceğim. Bugün de yine dört sene öncesinden bir yazıyı ısıtıp servis ediyorum. Umarım keyif alırsınız.

Her işte bir hayır vardır derler…
Sahte balığım daha ilk atışımda baş üstünden kıyıya tonozlamış teknenin halatına takıldığında içimden bir ses bunu diyordu. Gecenin 3’ünde eve girmiş, vaktinde uyanamama korkusuyla uyumamış, saat 5 civarında hava henüz aydınlanmadan her zamanki avlağımda yerimi almıştım. 
“Bu sayede belki başka avlağa gider, orada balığı bulurum” diye düşündüm. Ama önce zifiri karanlıkta denize girip oltamı takılı olduğu yerden kurtarmam gerekiyordu. Ne kadar gece denize girmekten korkmasam da, etrafta in cin top oynarken, kapkaranlık suya girme fikri çok hoşuma gitmiyordu. Hava aydınlanana kadar burada öylece bekleyecek halim de yoktu. Kaderime razı olup göğüs hizama kadar gelen suya girdim ve oltamı kurtardım. Hazır suya girmişken olduğum yerden birkaç atış yapmaya karar verdim. Açığa yaptığım ikinci veya üçüncü atışta balık sert kafa darbeleriyle oltanın ucundaydı. Sakin ve sorunsuzca balığı kendime yaklaştırdım. Ancak tam balığı alacağım derken bedenin sonundaki klips kamışın uç halkasına takıldı. Suda olduğum için balığı elimle almak durumundaydım ama balık oltanın bedeninden faydalanarak bana yaklaşmıyordu. En sonunda balığı bu şekilde alamayacağımı anladım. Oltayı suya batırdım, bedene eriştim, balığı kafasını sudan çıkartmamaya özen göstererek kendime çekip yakaladım. 
Onunla ilk tanışmamız, çiftlik balığı olarak tezgahlarda yerini almasından öncesine dayanıyordu. Büyüdüğüm, balıkçılığı öğrendiğim sahil kasabasının balıkçı tezgahlarında nadiren görünürdü. Ama göründüğünde tezgahtaki palamutlar, lüferler tüm ihtişamını kaybeder, yanında adeta bir istavrit gibi sönük kalırlardı. Bahsettiğim balıklar en ufağı 8-9 kilo olan Karadeniz levrekleriydi. Ama bu balıklar senede sayılı defa tezgahta boy gösterir, bunun dışında trofe boyutlarda olmayan levreklere rastlamak mümkün olmazdı. Yakaladığım onca lüfer, palamut arasında bir gün o levreklerden birini denk getirmek en büyük hayalimdi. Kıyı yollu sırtı çekerken gelen her vuruşta içimde bir umut doğar, gelenin lüfer veya palamut olduğunu gördükten sonra içimdeki umut, buruk bir mutluluğa dönüşürdü. Onca sene ne yaptıysam ne ettiysem olmadı, Karadeniz’den levrek çıkarmayı başaramadım. 
Elimde tuttuğum balık çocukluğumda balıkçı tezgahlarında gördüğüm ebatta olmasa da, onca senelik hayalimin sonucuydu. Aynı avlaktaki ısrarlarım sonucu belki de umudumun en az olduğu, beklentimin en düşük olduğu zamanda çıkagelmişti. Orada olduğunu en başından beri hissediyordum, denedim, sabrettim ve aldım. 
Balığı karaya bıraktıktan sonra at çeklere devam ettim. Birkaç atış sonrasında balık yine oltanın üstündeydi. Biraz mücadeleden sonra kendini iğneden kurtardı ve uzaklaştı. Hedefime çoktan ulaştığımdan en ufak bir üzüntü hissetmedim. Güneş artık etrafı aydınlatmaya başlamıştı. At çeki bırakıp yemli oltaya döndüm. Ne de olsa gelirken aklımda iri çupralar vardı. Denizden madya topladım. Bu mevsimde kıyılarda harami balıklar çok olacağı için madya, kalamar gibi dayanıklı yemler kullanmakta fayda vardır. Ancak benim iğnelere taktığım madyalar saniyeler içinde oltadan süpürülüyordu. Geçen sene başıma bela olan ufak balıklar bu sene işin dozunu kaçırmışlardı. Güneşin de iyiden iyiye yakmaya başlamasıyla avı bitirdim. 
Güzeller güzeli bir yavru lahoz…
İlerleyen günlerde at-çek ve yemli avlarıma devam ettim. 3. günün sabahı, yine güneş doğmadan yaptığım denemelerde oltama iki minik ahtapot misafir oldu. İkisini de incitmeden evlerine gönderdim. Yemli avlarda ise hüsrana uğradım. Kaydadeğer hiç balık alamadım.
Son günümde rüzgarın biraz azalmasını fırsat bilerek denize çıktım. Buna rağmen dalgadan dolayı koyun dışına çıkabilmek mümkün olmadı. Ben de koyun içinde yemli olta ile avlandım. Kullandığım mamunlar çok bayat olduğu için verimli bir av yapmak mümkün olmadı. Tek tük çektiğim karagözlerin arasında oltam bir ara dibe takılır gibi oldu. Oltayı biraz zorlayınca dipten kurtardım, ancak oltadaki ağırlık devam ediyordu. Gelenin ahtapot olduğu belliydi. Kısa bir mücadelenin sonunda ahtapotu küpeşteden kepçeledim. Bir ara gözümde ahtapot ızgarası canlansa da, bu güzel canlıya kıyamayıp denize iade ettim.
İlk günkü avın bana denizin hoşgeldin hediyesi olduğunu biliyordum. Daha önceki gelişlerimde de hep güzel balıkları geldiğim akşamın hemen ertesi sabahı almış, sonraki günlerde ise çabalarım sonuç vermemişti. Nitekim bu sefer de ilerleyen günlerde hayalini kurduğum avların hiçbirini gerçekleştiremedim. Canlı yem ile uzun olta planım dinmek bilmeyen sert poyraz nedeniyle, kıyıdan gerçekleştirmeyi düşündüğüm çupra ve melanur avlarını ise balığın merada bulunmaması sebebiyle yapamadım. Halbuki hiçbir şey avlayamasam bile geçen sene iskeleden yaptığım melanur avlarını garanti görüyor, sadece bu av için tatili dört gözle bekliyordum. Balık olmamasının yanı sıra iskelede balık tutmanın da yasaklandığını öğrendim. Yasağın sebebini bir belediye görevlisine sorduğumda olta atma bahanesiyle iskeleye gelenlerin iskeleyi ve denizi pislettiğini söyledi. Kendisine neden balık tutmayı yasaklamak yerine, etrafa ve denize çöp atmayı yasaklamadınız diye sordum. İşin bu yanı pek düşünülmemiş olacak ki, yine aynı cevapla karşı karşıya kaldım. Tatmin edici bir cevap almanın mümkün olmadığını görüp konuyu uzatmadım. Ancak maalesef belediyenin haklı olduğu bir nokta var ki, o da sadece Bodrum’da değil, Türkiye’nin hemen her yerinde birçok balıkçının arkalarında birçok çöp, yem ve artık olta malzemesini bırakarak gittiği gerçeği. Balıkçıyım diyenin her şeyden önce doğaya saygılı olması, canlılara zarar verebilen ve çevrenin görüntüsünü bozacak her türlü davranıştan kaçınması gerekir.

LRF – Gece Güzelleri

LRF bir bakıma sahte yemler kullanarak en küçük ve ağır hareketli balık türlerini bile kandırabilme sanatıdır. Söz konusu küçük ve ağır hareketli balıklar olunca onca sahte yem çeşidinin arasında minyatür boydaki silikon kurtlar öne çıkıyor. Artık ülkemizde de hemen hemen her av bayiinde bulabildiğimiz silikon kurt çeşitleriyle keyifli avlar yapmak çok kolay. Bu yöntemle avlanabilecek tür sayısının fazlalığı diğer yöntemlerde karşılaşılan mera bulma sorununu da ortadan kaldırıyor. Kayalık bir sahil, küçük bir iskele, şirin bir balıkçı barınağı ya da büyük gemilerin bağlandığı bir liman rıhtımı LRF yöntemiyle keyifli avlar yapmak için ideal yerlerdir.

Spin yönteminde trofe olarak kabul gören levrekleri yakalamak için çoğu zaman yaşadığımız yerden yüzlerce kilometre öteye gitmemiz gerekir. LRF yönteminin en gözde balıklarından olan iskorpit ve kaya balıkları ise her yerdedir. Bu balıkları kandırmak için minik bir silikon kurdu uygun boyutlu bir jig head yardımıyla deniz tabanının hemen üzerinde gezdirmek yeterlidir. Dikkat etmemiz gereken tek şey hedef balığın ağız genişliği ve beslenme alışkanlıklarına göre seçtiğimiz silikon kurdun bu kurdu ileri atmak ve yüzdürmek için kullandığımız jig head ile uyumlu olması ve doğal gözükmesidir. Sırf atış mesafesini arttırmak için aşırı büyük kurşun ve kancalı jig headler ( benim tercihim 2.5 g’a kadar olan jig headler ) kullanmak yanlıştır. Atış mesafesini arttırmak için uygun atarlı bir kamış ve gayet ince misinalar (0.20 mm ve aşağısı) kullanmak daha doğru olur.

Gerçek bir LRF takımıyla yakalanan orta boy bir iskorpit ya da kaya balığının mücadelesi diğer yöntemlerle yakalanan trofe balıkların mücadelesine denktir. Dipte yaşayan eşsiz güzellikteki bu balıkları renkli silikon kurtlarla kandırmanın zevki ise bambaşkadır. Özellikle gece daha aktif olan iskorpit ve iri kaya balıklarını kandırmak için dip tabiatı kayalık veya kırmalık olan meralarda bir kaç metre ileri salladığımız silikon kurtlarımız dibe indikten sonra dipten çok yukarı kaldırmadan ağır ağır çekmek ve arada kamışın ucuyla kısa sert zıplatma hareketleri yaptırmak yeterlidir. İskele ve rıhtım gibi yerlerde avlanırken dipten 1 karış yukarı kaldırdığımız kurdumuzu hafifçe yukarı aşağı oynatarak yürümek de dipte avını bekleyen bu küçük canavarları kandırmak için etkili bir yöntemdir. Bu şekilde yaptığım LRF avlarının hiç birinden boş dönmedim. Spin avcılığının kısır olduğu dönemlerde tek bir balığın peşinden günlerce koşmaktansa LRF yaparak kısacık zaman dilimlerinde 10-15 balık yakalamak bana çok daha keyifli geliyor. Sıklıkla çok irilerine de denk geldiğim bu güzel balıkları fotoğrafladıktan sonra incitmeden denize iade ediyorum. Denemek isteyen varsa baştan uyarımı yapayım. Bu yöntem bağımlılık yapıyor.

Neye Niyet Neye Kısmet – 4

Karadeniz ve Marmara’da kıyıdan atıp çektiğimiz bir kaşığa vurabilecek avcı balık sayısı çok sınırlıdır. Lüfer, levrek, kıyıya inmiş bir palamut, iştahlı bir zargana, azman istavrit, çok istisnai olmak üzere de kırlangıç, kalkan veyahut iri bir eşkina… Ege ve Akdeniz’de atıp çektiğimiz bir kaşığa ise envai çeşit balık vurma ihtimali vardır. Saymaya başladığınızı duyar gibiyim. Boşuna uğraşmayın, Kızıl deniz göçmeni türleri de ilave edersek hiçbirimiz işin altından kalkamayız. Ben de yazının başında yazmaya niyetlenip sonrasında vazgeçtim. Zira sadece bu türler bile başlı başına bir kitap olur. Zaten kırk yıl düşünsek de 2010 Aralığında Antalya’da yakaladığım balık aklımıza gelmezdi. 
2010 Kasım başından 2011 Haziran başına kadar Antalya’da yaşadığım süre içerisinde iş yoğunluğum bugünküne göre çok daha düşüktü. Ömrümde ilk defa yaşayıp avlanma fırsatı bulduğum bu güzel Akdeniz şehrinde hava müsaade ettiği sürece hemen hemen her gün olta attım. 16 Aralık öğleden sonrası da liman içindeki kumluk bir meradan 20 g’lık ince uzun yapılı bir kaşıkla at-çeke başlamıştım. İlk yarım saat hiç bir takip ya da vuruş almadan atıp çektim. Sıkılıp yer değiştirmek üzereyken kaşığım 15 m önümde dipteki bir engele takıldı. Oltayı takıldığı yerden kurtarmak için asılınca oltanın ucundaki şeyin hareket ettiğini fark ettim. Tam emin olmak için kamışın ucunu yakarı kaldırıp balığın kafa darbelerini hissetmeye çalışırken kamışımın ucu öyle bir eğildi ki neredeyse olta elimden fırlayacaktı. Yine bir adrenalin patlaması yaşadım. Mücadele başlamıştı. Oltanın ucundaki ne olduğunu bilmediğim balık o  kadar kuvvetliydi ki durdurmama imkan yoktu. Makinemden yavaş ama sürekli olarak misina boşalıyordu. Tuhaf şekilde yavaş ilerliyordu balık. Balık kıyıdan açığa yüzmek yerine kıyıya paralel hareket ettiği için bir yandan balıkla mücadele ederken bir yandan da kayaların üzerinde düşmemeye dikkat ederek balığın peşi sıra ilerliyordum.

Oltanın ucundaki yavaş hareketli devle mücadele ederken aklımdan bir sürü düşünce geçiyordu. Neydi acaba oltanın ucundaki? Keler gibi kumluk meralarda yaşayan bir köpek balığı mıydı, yoksa mücadelesini bilmediğim Akdeniz’e özgü bir trofe miydi? Öğrenebilmemin tek yolu balığı görmekti ama balık kolay kolay yorulacağa benzemiyordu. Mücadeleye başlayalı 20 dakika olduğu halde balığı görememiştim. Daha fazla sabredemeyip misinayı kopartmayacak şekilde biraz asılmaya karar verdim. İçi su dolu koca bir çuval gibi ağır olan balığı zorlana zorlana kıyıya yaklaştırmayı başardığımda gördüğüm balık karşısında biraz hayal kırıklığı yaşadım. Oltanın ucundaki balık devasa bir kazık kuyruktu. Kaşığım şans eseri kanadına takılmıştı. Daha önce hiç canlısını görmesem de kuyruğunun üstünde 2 adet zehirli dikeni olan bu vatoz türünü tanıyordum. 1.5 m’ye yakın kanat açıklığıyla uçan halıyı andıran bu balığı suyun dışına nasıl alacağımı düşünmeye başladım. Balığı görmesine görmüştüm ama henüz yorulmamıştı. Bütün kuvvetiyle kanatlarını çırparak tekrar kıyıdan uzaklaştı. Balığı görmüş olmanın rahatlığıyla sakince düşünüp bir yöntem buldum. Liman içindeki gemilerin kancalı gönderleri yardımıyla balığı ağzından yakalayarak dışarı alabilirdim. Uygulamada çok zor bir yöntem olsa da 35 dakikalık mücadelenin sonunda balığı dışarı almayı başardım.

Aynı balık bugün oltama vursa bir şekilde oltadan kurtarıp zarar görmeden denize dönmesini sağlardım ama o güne kadar yakaladığım en büyük balıklardan biri olan bu kazık kuyruğu fotoğraflayıp ağırlığını öğrenme isteğim ağır bastığı için alıkoydum. Tartıya sığdırmakta bile zorlandığım 10.5 kg’lık bu kazık kuyruk gibi bir başkasıyla karşılaşmamızın daha sportif olacağı kesin.

Kendo Zero Arise ve LV Minnow Serisi

Seabass minnow 145 ve Haryu serisi maket balıkları ile adını çok duyduğumuz Kendo markasının bu defa Zero arise ve LV minnow serisi modellerini inceleme fırsatı buldum. Nedense bende Kendo maket balıklarının ayrı bir yeri var. Ne zaman bir balıkçı mağazasına gitsem gözümü Kendolardan alıkoyamıyorum. Göz alıcı renkleri ve muhteşem hologramlarıyla büyülüyorlar beni. Bu yaz denediğim Seabass minnow 145 ve Haryu modellerinin aksiyonlarını gördükten ve başarılı avlar yaptıktan sonra vazgeçilmez maket balık markam oldu. Bu kadar ucuz bir maket balık markasının nasıl olup da bu kadar başarılı olabildiğine hayret ediyorum.  

Kendo markasının yeni edindiğim Zero arise 75, 90 ve LV minnow 105 modellerini de suda test etme şansı buldum. Sudaki testler sonuncunda her bir model benden tam not aldı. Tatmin edici boya kaliteleri, atış mesafesine olumlu etki ederken suda ses ve salınım yaptıran bilya sistemleri ve muhteşem aksiyonlarıyla 10 tl’nin altındaki fiyatlarının hakkını fazlasıyla veriyorlar. Seabass minnow 145 modelinde “Owner” kancalar kullanılırken Zero arise ve LV minnow serilerinde “WMC” marka kancalar tercih edilmiş. Her iki modelde kullanılan “WMC” kancalar da çok extra durumlar hariç trofe boydaki balıkları çekebilecek boyut ve sağlamlığa sahip. 

Kendo LV Minnow 110

5.7 g ağırlığındaki Zero arise 90 ve 5.5 g ağırlığındaki Zero arise 75 modelleri ağır kurşunlar ve surf takımlarıyla yapılan at-çek avcılığı için çok ideal olduğu gibi çok hassas LRF takımlarıyla da kullanılabilir. Bu modeller özellikle İstanbul Boğazı çevresinde surf takımları ile at-çek yapan balıkçılar tarafından en çok tercih edilen maket balıkların başında geliyor. Benim gibi akıntısız ve sığ sularda daha hafif takımlarla avlanan balıkçıların küçük boy maket balık arayışına da çözüm olmuşa benziyorlar. Henüz balık sezonunda deneme fırsatı bulamadığım Zero arise ve LV minnow modelleriyle gelecek sezon yakalayacağım balıkların fotoğraflarını paylaşmak için sabırsızlanıyorum.

Kendo Zero Arise 75

Kendo Zero Arise 90

Kendo Zero Arise 90