Kategori arşivi: WTD

Gittim, Aldım, Döndüm.

Sabah alarmının sesi beynimin en derin noktasına kadar işleyerek beni uyanmaya zorluyordu. Oldum olası alarmlardan nefret etmişimdir. Sırf bu nefretim yüzünden alarm sesini duymamak için genellikle uyanmam gereken saatin bazen on beş dakika, bazen yarım saat öncesinde vücut saatim ile uyanırım. Ancak o gün öylesine yorgundum ki, bırakın vücut saatimle uyanmayı, o lanet tiz sesli alarmın bile beni uyandırmaya uzunca bir süre gücü yetmemişti. Anca alarmın sesi giderek yükselip yeri göğü inletmeye başladığında tek gözümü zorlukla aralayabildim. Telefonu duvara yansıyan ışığından el yordamıyla bulup alarmı ertelemek için rastgele bir tuşa bastım. Tam uykuya yeniden dalacaktım ki, sanki bir yerime iğne batmış gibi yattığım yerden zıpladım. Uyumamalıydım. Bugün haftaiçi değildi, İstanbul’da değildim, ve buraya balık tutmak için gelmiştim. Bir gayretle yataktan fırlayıp üzerimi değiştirdim. Beş dakika içinde tüm malzemelerimle birlikte hazırlanıp yola çıkmıştım.

Avlağa vardığımda havanın aydınlanmasına daha en azından yarım saat vardı. Hava o kadar sakin, deniz o kadar kıpırtısız ve etraf o kadar sessizdi ki, kendimi adeta boşlukta hareket ediyor gibi hissediyordum. Çevrede dolaşan kedilerin ayak sesleri dahi sanki etrafımda bir hayalet geziniyormuşçasına içime derin bir ürperti salıyordu. Kısa süreli tedirginliğin ardından mümkün olduğunca az ses çıkararak takımlarımı hazırlamaya koyuldum. Öncelikle her zaman yaptığım gibi bir kenarda dursun diye sübyeyle yemlediğim takımı at-çek’lerimden etkilenmeyeceği bir bölgeye savurdum. Ben daha arkamı dönüp diğer oltayı hazırlamaya başlamadan yemli oltanın zili çalmaya başladı. Vuruşlar sürekli ancak cansızdı. Bir süre sonra dayanamadım ve oltayı tasmalayıp çekmeye başladım. Oltanın ucunda dirençsiz bir hareketlilik vardı. İlk misafirimiz belli olmuştu. İğneyi midesine kadar indirmiş 40 santimlik bu minik mığrıyı, misinayı iğneye en yakın yerden keserek azat ettim. Oltaya yeni iğne bağlayayım derken günün ilk ışıklarıyla denizde hareketlilik de başlamıştı. Daha fazla vakit kaybetmenin anlamı yoktu. Yemli takımı bir kenara bırakıp at-çeklere başladım. Önce az dalarlı 11-13 cm’lik sert sahteleri, sonra da 3 gramlık jigheadlere monte ettiğim çeşitli silikon sahteleri denedim. 15-20 dakikalık sürede hiçbirinden sonuç alamayınca, son silahım olarak çantamdaki su üstü sahtelerini denemeye başladım.

Denizin çok karışık olmadığı zamanlarda çoğunlukla 8-9 santimlik su üstü sahteleri tercih ediyorum. Bugüne kadar bu alandaki favori sahtem ise River2Sea markasının Bubble Pen modeliydi. Modeliydi diyorum çünkü hem uzağa erimi, hem de yüzüş aksiyonu bakımından harika işler çıkaran bu sahteyi ne yazık ki River2Sea markası üretimden kaldırdı. Bayilerdeki stokların tükenmesiyle birlikte Bubble Pen’e alternatif olabilecek başka bir sahte arayışına girdim. Ve uzun arayışlarım nihayetinde Bubble Pen’in yokluğunu aratmayacak bir sahte buldum. Savagear markasının Top Prey isimli modeli atış eriminin Bubble Pen’e göre nispeten kısa olması dışında görünüş ve aksiyon olarak levrek avı için güzel bir alternatif sunuyor. Bu modelin özellikle sırtı siyah olanlarının levreğin başlıca yemlerinden ilaryaya benzemesi dikkat çekici. Sahte klasik su üstü WTD hareketinin yanında, biraz sert aksiyonla su seviyesinin hemen altına inerek kefallerin klasik yanlama görüntüsünü de taklit ediyor.

Savagear Top Prey kefal yavrusuna (ilarya) olan benzerliğiyle levrek avı için iddialı bir model.

Bugüne kadar levrek avlarımda en yüksek verim aldığım River2Sea’nin Bubble Pen modelini artık piyasada bulmak çok zor.

Nitekim Top Prey kendisine şans verdiğim ilk avda başarılı oldu ve güzel bir levreği karaya getirdi. Oltamdaki silikon yemi değiştirip su üstü sahteye geçeli henüz birkaç atış olmuştu. Silikon aksiyonundan WTD aksiyona geçerken ritmi tutturmaya çalışııyordum ki bir anda oltanın ucunda ardı ardına kafa darbeleri patladı. Sağlam bir tasma koyarak iğneyi levreğin sert ağzına oturtmaya çalıştım. Balığın ilk ve son direncini karşıladıktan sonra kolaylıkla kıyıya aldım.

Savagear Top Prey ilk avında görevini başarıyla tamamladı.

Levrek çok atletik bir balık olmayabilir. Ancak yeterli dikkat gösterilmezse orta ebattaki bireyleri dahi rahatlıkla bu ikili mücadelede kazanan taraf olabilir. Levrek tutarken dikkat edilmesi gereken balığın ilk yakalandığı andaki direnci, ve kıyıyı gördüğü andaki mücadelesidir. Levreğin bu saltolarını kazasız belasız atlatırsanız çok büyük ihtimalle balığı kıyıya almışsınız demektir.

İlk günün levreği. 1.200 gram

Sabahki dingin hava öğleden sonra yerini keşişlemeye bıraktı. Biz de bunun üzerine akşam suyuna keşişlemeyi tam karşıdan alan bir bölgeye gittik. Denizin çalkantısı levreğin avlanması için çok müsaitti ancak civarda iskele yapımı için çalışan platformun çıkardığı sesler balığı ürkütmüş olacak ki elimiz boş döndük. Akşam balıkçıda güzel bir sofra eşliğinde balığımızı pişirttirerek günün yorgunluğunun keyfini çıkardık.

Yorucu bir av gününün sonunda kendi tuttuğunuz balığı arkadaşlarınızla yemenin keyfi başkadır.

Onca yorgunluğuma rağmen ertesi sabah alarma ihtiyaç duymadan uyanabilmiştim. Evden çıkarken rüzgarın gücünü iyice artırmış olduğunu hissettim. Aklımda yine dünkü balığı aldığım yere gitmek vardı ancak bu bölge keşişlemeyi tam karadan aldığı için biraz tereddüt ediyordum. Yine de şansımı bu bölgede denemeye karar verdim. Avlağa vardığımda keşişlemenin güney bileşeninin kuvvetlendiğini, bunun da kıyıya ufak da olsa dalga taşıdığını gördüm. Bu çalkantı balığın avlanma güdüsünü kamçılamak için yeterliydi. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber ilk balığımla da mücadelem başlamıştı. Balık güzel dirense de, yeni değiştirmiş olduğum ipe güveniyordum. Kıyıya paralel yüzen balığı dalgalardan da faydalanarak sorunsuz bir şekilde kuma yatırdım. Balık dünküyle hemen hemen aynı ebatta 1 kilo 300 gramlık bir levrekti.

İkinci günün yakışıklısı… 1.300 gram…

Yarım saat sonra bir vuruş daha aldım. Mücadele bu sefer biraz daha zayıftı. Balığı tam dalgaların arasından görecek iken olta boşaldı. İstemiş olduğum balığı yakalamış olmanın verdiği rahatlık ile hiçbir şey yokmuş gibi kaldığım yerden at-çek’e devam ettim. Yaklaşık iki saat daha devam eden denemelerimde hiçbir şey alamadım.

Bir beyaz yakalı çalışan olarak bana ayrılan iki günlük sürenin yine çabucak sonuna gelmiştim. Eskiden İstanbul’a dönüşlerimde Boğaz’da lüfer, sarıkanat avlarını düşleyerek küçük de olsa bir teselli bulurdum. Ancak son yıllarda İstanbul’a dönmek için hiçbir neden bulamıyorum. Umarım hayatımın çok geç olmayan bir evresinde huzurla balık tutabileceğim bir şehre, kasabaya ve köye yerleşir de bu şehrin kaosundan kurtulurum. Maalesef o zamana kadar ancak haftasonlarında hasret gidermeye mahkumum.

2014 Açılışı

At-çek avcılığı amatör balıkçılığın en çok sabır gerektiren branşlarının başında gelir. Kimi zaman saatler süren sonuçsuz denemeler avcının o gün orada balık olmadığı, ne denerse denesin balık avlayamayacağı gibi yanlış düşüncelere kapılmasına sebep olabilir. Halbuki balık bazen bir sonraki atış kadar, bazen ise takım kutusunda bulunan başka bir sahte kadar yakındır.

Avlağa henüz hava aydınlanmadan, saat 6’ya yaklaşırken gelmiştik. Deniz de, hava da hareketsizdi. Günün ilk ışıklarıyla ortaya çıkan sisle kaplı manzara denizden ziyade gölde avlandığımız hissini veriyordu. Levrek için tüm şartlar olumsuz gibi görünse de, iki gün önce yağan yağmurdan dolayı denizin halen bulanık olması bizi ümitlendiriyordu. Arkadaşımla avlağın iki ayrı köşesine gittik. Ben dere ağzının daha çamurumsu bulanıklığında avlanmayı tercih ederken, o kayalık kısımdaki nispeten daha berrak suda çalışmaya başladı.

Bir saate yaklaşan sürenin sonunda benim bulunduğum bölgede hiçbir aksiyon olmamıştı. Uzaktan av arkadaşımı da takip ediyor, aynı durumun onun için de geçerli olduğunu görebiliyordum. Takım çantamdaki su üstü, dalarlı, batarlı, yandan çarklı ne kadar sert sahte varsa hepsini denedikten sonra pes edip malzemelerimi topladım ve arkadaşımın avlandığı iskeleye gittim. Avlağa tek arabayla gelmiştik. Beraber dönmek için onun da avı noktalamasını bekliyordum. Kafamda avı bitirmiştim ancak oyalanmak için çantamda hemen hiç kullanmadığım silikon yemleri deniyordum. Rastgele seçtiğim, kuyruğu, kafası gözü olmayan, balık mı, kurt taklidi mi olduğunu anlamadığım, pek şekilsiz bir silikonu jighead ile birleştirip denize gönderdim. Bir yandan silikona kafama göre aksiyonlar verirken, bir yandan da arkadaşımla çeşitli sahtelerin verimliliği üzerine konuşuyorduk. “Bugüne kadar hiç silikonla levrek alama…” cümlemi tamamlamaya fırsat kalmadan olta bir anda olduğu yere zımbalandı, hemen ardından da bilindik kafa darbeleri gelmeye başladı. Şaşkınlıktan sadece “Abi, balık…” diyebilmiştim. Zamanlama karşısında ikimiz de serseme dönmüştük. Bu yakaladığım ilk levrek değildi, pek büyük olmadığını da sezebiliyordum. Daha önce silikonla levrek almamış olmam da durumu ilginç kılmıyordu. Ancak hem umudumuzun tükendiği, hem de tam isminin geçtiği bir anda gelmesi nedeniyle oldukça heyecanlanmıştım. Balığı yakalamıştım ancak ufak bir sorunum vardı. Avlanmakta olduğumuz, denize “T” şeklinde uzanan iskelenin uç kısmında üzerinde yürünecek tahtalar yoktu. Bu yüzden biraz ters bir noktadan atışlarımı yapıyor ve ona göre oltamı çekiyordum. Balık oltaya bindiği gibi kendini iskelenin tahtası olmayan, dolayısıyla ulaşamadığımız kısmındaki ayaklara sürdü.  Ben balığın kafasını çevirmeye çalışırken balık kendini iskelenin ayağına dolamıştı bile. Balık tahmin ettiğim gibi kilonun biraz altında bir levrekti. Normal şartlarda kaçsa çok da üzüleceğim bir balık değildi. Ancak bu avın bir hikayesi vardı ve o hikaye mutlu sonla bitmeliydi. Av arkadaşım kepçenin sapıyla balığa uzanmaya çalıştı. Balığa ulaşamamıştı ancak balık ürküp dolandığının ters yönüne gitmeye başlamıştı. Ayağın etrafında iki tur attıktan sonra balık boşa çıkmıştı. Ondan sonrasını getirmek de zor olmadı.

Yazının başlığında belirttiğim 2014 açılışını ise bir gün önce yaptım. Yine balık boylarının tatminkar olmadığı, ancak takiplerin ve vuruşların sıklığından dolayı oldukça keyifli bir avdı. Kıyıya aldığım iki balıktan ufak olanı denize iade ettim.

 

2013’ün de açılışını levrekler ile yapmıştım ancak devamını aynı güzellikte getirememiştim. 2014’ün hepimize unutulmayacak avlar ve anılar armağan etmesini dilerim.