Kategori arşivi: Top Prey
Gittim, Aldım, Döndüm.
Denizin çok karışık olmadığı zamanlarda çoğunlukla 8-9 santimlik su üstü sahteleri tercih ediyorum. Bugüne kadar bu alandaki favori sahtem ise River2Sea markasının Bubble Pen modeliydi. Modeliydi diyorum çünkü hem uzağa erimi, hem de yüzüş aksiyonu bakımından harika işler çıkaran bu sahteyi ne yazık ki River2Sea markası üretimden kaldırdı. Bayilerdeki stokların tükenmesiyle birlikte Bubble Pen’e alternatif olabilecek başka bir sahte arayışına girdim. Ve uzun arayışlarım nihayetinde Bubble Pen’in yokluğunu aratmayacak bir sahte buldum. Savagear markasının Top Prey isimli modeli atış eriminin Bubble Pen’e göre nispeten kısa olması dışında görünüş ve aksiyon olarak levrek avı için güzel bir alternatif sunuyor. Bu modelin özellikle sırtı siyah olanlarının levreğin başlıca yemlerinden ilaryaya benzemesi dikkat çekici. Sahte klasik su üstü WTD hareketinin yanında, biraz sert aksiyonla su seviyesinin hemen altına inerek kefallerin klasik yanlama görüntüsünü de taklit ediyor.
Savagear Top Prey kefal yavrusuna (ilarya) olan benzerliğiyle levrek avı için iddialı bir model. |
Bugüne kadar levrek avlarımda en yüksek verim aldığım River2Sea’nin Bubble Pen modelini artık piyasada bulmak çok zor. |
Nitekim Top Prey kendisine şans verdiğim ilk avda başarılı oldu ve güzel bir levreği karaya getirdi. Oltamdaki silikon yemi değiştirip su üstü sahteye geçeli henüz birkaç atış olmuştu. Silikon aksiyonundan WTD aksiyona geçerken ritmi tutturmaya çalışııyordum ki bir anda oltanın ucunda ardı ardına kafa darbeleri patladı. Sağlam bir tasma koyarak iğneyi levreğin sert ağzına oturtmaya çalıştım. Balığın ilk ve son direncini karşıladıktan sonra kolaylıkla kıyıya aldım.
Savagear Top Prey ilk avında görevini başarıyla tamamladı. |
Levrek çok atletik bir balık olmayabilir. Ancak yeterli dikkat gösterilmezse orta ebattaki bireyleri dahi rahatlıkla bu ikili mücadelede kazanan taraf olabilir. Levrek tutarken dikkat edilmesi gereken balığın ilk yakalandığı andaki direnci, ve kıyıyı gördüğü andaki mücadelesidir. Levreğin bu saltolarını kazasız belasız atlatırsanız çok büyük ihtimalle balığı kıyıya almışsınız demektir.
İlk günün levreği. 1.200 gram |
Sabahki dingin hava öğleden sonra yerini keşişlemeye bıraktı. Biz de bunun üzerine akşam suyuna keşişlemeyi tam karşıdan alan bir bölgeye gittik. Denizin çalkantısı levreğin avlanması için çok müsaitti ancak civarda iskele yapımı için çalışan platformun çıkardığı sesler balığı ürkütmüş olacak ki elimiz boş döndük. Akşam balıkçıda güzel bir sofra eşliğinde balığımızı pişirttirerek günün yorgunluğunun keyfini çıkardık.
Yorucu bir av gününün sonunda kendi tuttuğunuz balığı arkadaşlarınızla yemenin keyfi başkadır. |
Onca yorgunluğuma rağmen ertesi sabah alarma ihtiyaç duymadan uyanabilmiştim. Evden çıkarken rüzgarın gücünü iyice artırmış olduğunu hissettim. Aklımda yine dünkü balığı aldığım yere gitmek vardı ancak bu bölge keşişlemeyi tam karadan aldığı için biraz tereddüt ediyordum. Yine de şansımı bu bölgede denemeye karar verdim. Avlağa vardığımda keşişlemenin güney bileşeninin kuvvetlendiğini, bunun da kıyıya ufak da olsa dalga taşıdığını gördüm. Bu çalkantı balığın avlanma güdüsünü kamçılamak için yeterliydi. Sabahın ilk ışıklarıyla beraber ilk balığımla da mücadelem başlamıştı. Balık güzel dirense de, yeni değiştirmiş olduğum ipe güveniyordum. Kıyıya paralel yüzen balığı dalgalardan da faydalanarak sorunsuz bir şekilde kuma yatırdım. Balık dünküyle hemen hemen aynı ebatta 1 kilo 300 gramlık bir levrekti.
İkinci günün yakışıklısı… 1.300 gram… |
Yarım saat sonra bir vuruş daha aldım. Mücadele bu sefer biraz daha zayıftı. Balığı tam dalgaların arasından görecek iken olta boşaldı. İstemiş olduğum balığı yakalamış olmanın verdiği rahatlık ile hiçbir şey yokmuş gibi kaldığım yerden at-çek’e devam ettim. Yaklaşık iki saat daha devam eden denemelerimde hiçbir şey alamadım.
Bir beyaz yakalı çalışan olarak bana ayrılan iki günlük sürenin yine çabucak sonuna gelmiştim. Eskiden İstanbul’a dönüşlerimde Boğaz’da lüfer, sarıkanat avlarını düşleyerek küçük de olsa bir teselli bulurdum. Ancak son yıllarda İstanbul’a dönmek için hiçbir neden bulamıyorum. Umarım hayatımın çok geç olmayan bir evresinde huzurla balık tutabileceğim bir şehre, kasabaya ve köye yerleşir de bu şehrin kaosundan kurtulurum. Maalesef o zamana kadar ancak haftasonlarında hasret gidermeye mahkumum.