Kategori arşivi: Zoka

Dağdan İndim Denize – 2

21 Ekim 2012

Hedef av listemin ilk satırındaki palamutun üzerini çizmiştim. Sırada elbette Boğaz denilince akla ilk gelen nam-ı diğer Boğaz’ın Sultanı, lüfer vardı. Önceki sene yaklaşık bu zamanlar yapmış olduğumuz su üstü lüfer avcılığının bu sene de tekrarlayacağından ümitliydim. Ancak yaptığım ısrarlı denemeler sonuç vermedi. Gece yemlisinde yer yer çinekop, denk gelirse sarıkanat ve lüfer alınabildiği duyumunu almıştım, ama kafamda ne çinekop tutmak vardı, ne de elimi yeme bulaştırmak. Gün içinde sahte balıklar ile denemelerime devam etsem de bundan da sonuç alamayınca lüfer ile ilgili umutlarımı başka bir bahara ertelemiştim.

Cumartesi akşamı Taksim’de arkadaşlarımla yemek yerken, telefonum çaldı. Arayan Emre’ydi. Telefonu açar açmaz “Sana çok iyi bir haberim var.” dedi. Meraklanmama fırsat vermeden ertesi sabah tekneyle zoka avına çıkacağımızı, bunun için akşam Taksim’den doğrudan kendisine gelmem gerektiğini söyledi. Yanımda ne balık için giyebileceğim bir kıyafet, ne de olta takımları vardı. Ama bunların hiçbirini sorun edecek değildim. Söz konusu, tekneyi Karadeniz’den çektiğimizden bu yana hasret kaldığım zoka avıydı. Emre ve Hüseyin abi, o gün öğleden sonra Ataköy Marina’nın hemen çıkışında 5-6 kulaçlık suda güzel balık almışlardı. Bunun üzerine ertesi gün için tekrar balığa çıkma kararı almışlar, Emre’nin de benden bahsetmesi üzerine tekneye davet edilmiştim. Bu nedenle her şey çok ani olmuştu. Gecenin sonunda Yeşilköy minibüslerine atladığım gibi soluğu Emre’nin evinde almıştım. Hafif çakırkeyif kafayla, ertesi günkü av için birkaç takım bağlayıp yattım.

Hava tahminleri balığa çıkacağımız gün için yağışla beraber kuvvetli lodos veriyordu. Ancak sabah uyandığımızda her iki tahminin de gerçekleşmediğini görüp rahat bir nefes aldık. Balığın gün içinde devam ettiğini bildiğimizden acele etmeden kahvaltımızı yaptık, balıkçıdan yemlik hamsilerimizi tedarik ettik. Saat 10 civarı Hüseyin abi’yle teknesinin başında buluştuk.

Avlak yerine yaklaştığımızda uzaktan demirlemiş teknelerin kalabalığı görülmeye başlamıştı. Biz de aralarında kendimizi ve diğer tekneleri bozmayacak şekilde demirleyerek yerimizi aldık. Teknede ben gezer kurşun altı, serbest hırsızlı takım kullanırken, Emre ve Hüseyin abi zokalı takım kullanıyordu. Ben yemi kafa tarafından kesip iğneleri balığın kılçığına saplayarak işliyordum. Onlar kullandığı takımda ise zokayı hamsinin kafasına geçiriyor, diğer hırsız iğneleri ise sırasıyla balığa işliyorlardı.

Gezer Kurşunlu Serbest Takıma Hamsinin Takılışı

İlk gelen vuruşlar istavrit vuruşlarıydı. Bir yandan pür dikkat oltama gelecek sert vuruşu bekliyor, bir yandan su üstünde bizim yem artıklarımızla beslenen istavritleri ve ara sıra onların peşlerinde dolaşan sarıkanatları izliyorduk. Emre, tek iğneye taktığı hamsi parçasıyla birkaç parça güzel istavrit aldı. Biz de balıkların oltaya atlayışlarını akvaryumda izlercesine keyifle seyrediyorduk. Yarım saatin sonunda beklediğim vuruş geldi. Tam dört senedir bunun özlemini duyuyordum. Sertçe bir tasmayla balığı iğneye oturtup tekneye aldım. Balığı livara gönderdikten hemen sonra tekrar vuruş aldım, ancak zamansız tasmam nedeniyle vuruş boşa gitti. Yemi tazeleyip yeniden attım. Yaklaşık 15 dakika kadar bekledikten sonra bir balık daha aldım. Bir yakala, bir kaçır şeklinde bu durum 1 saat kadar sürdü. Bu esnada etrafta ve teknedeki diğer takımlarda fazla hareket olmayınca Emre ve Hüseyin abi de benim kullandığım takıma dönüp balık almaya başladılar. Takımlarda pratikte çok büyük bir farklılık yoktu. Her iki takım da gezer kurşun altında çalışıyordu. En temel fark benim takımımın gezer kurşun altında hiçbir ağırlığı olmaksızın serbest olmasıydı. Diğer takımdaki zoka yemin serbest yüzüşünü bozması nedeniyle balığı ürkütüyor olabilirdi.

Balık akşam saatlerine yaklaştıkça bollaştı, ancak bizim yemlerimiz de lodosun etkisiyle çamur haline gelmişti. Yemleri iğnelere sağlam oturtmak için çok çaba harcadıysak da, fazlaca fireli çalıştık. Havanın kararmasına yakın beklenen lodos etkisini artırınca biz de avımıza son verdik. Tekneyle Yeşilköy’e yanaşırken lüfer olmasa da güzel sarıkanatlar alarak hem senelerdir süregelen zoka avı özlemimi dindirmiş, hem de izindeki hedeflerimden birine daha ulaşmıştım.