Kategori arşivi: Turna

Turna Sevdası

Vahşi, korkunç, acımasız. En sağlam kancaları açabilecek kadar güçlü, bir ördeği yutabilecek kadar obur. Gizlendiği yerde ölü kadar hareketsiz, saldırırken yıldırım kadar hızlı. Tatlı sularda yaşayan balıkların, kuşların, sürüngenlerin, hatta küçük memelilerin korkulu rüyası. Doymak bilmeyen bir iştah. Gövdesinden daha geniş açılabilen, içe kıvrık iğne gibi sivri yaklaşık 700 adet dişle çevrili ağzıyla öldürmeye programlanmış bir canavar.  O bir turna.

Tatlı sularda yaşayan en yırtıcı balıklardan olmalarıyla ün salan turnalar, özellikle tatlı su spin avcılarının en gözde balıklarındandır. Muhteşem renkleri, sardırganlığı, ısrarcılığı, oltadaki mücadelesi, ulaşabildiği devasa boyutları ve kolay bulunur olmasıyla her kesimden balıkçıya hitap eder. Turna avında canlı ya da ölü bir çok doğal yem kullanılmakla beraber sahte yemlerle yapılan turna avının keyfi ayrıdır.  En dar su kanallarına, kıyıdaki sazlıkların, ağaçlıkların diplerine ve en sığ sulara kadar girebilen turnaları çeşitli silikon yemler, maket balıklar ve kaşıklarla kandırmaya çalışmak son derece eğlenceli bir iştir. Atıp çektiğiniz sahte yeminizi sudan çıkarmak üzereyken hemen önünüzdeki sazların dibinde gizlenen dev bir turna yıldırım gibi fırlayıp yeminizi kapabilir. O an kalp atışlarınız hızlanır, adrenalin seviyeniz yükselir, tüyleriniz diken diken olur. İşte turna avını bu kadar heyecanlı yapan da bu ani ve şiddetli saldırılardır.

Turnalar avları konusunda çok ısrarcı balıklardır. Avlarına odaklandıklarında dışarıdan gelebilecek olan hiç bir tehlikeye aldırış etmezler. Yeme saldırdığı halde yakalanmayan bir turna, sonraki atışta çok büyük ihtimalle tekrar saldırır. Sahte yemle yakaladığım turnalardan yarı yolda kurtulanların kanca yarası aldığı halde yeme saldırmaya devam ettiklerine ve tekrar yakalandıklarına defalarca kere şahit oldum. Keza misinayı kesip ağzında sahte yemle kaçan turnaların bir kaç dakika sonra kopardıkları sahte yemle birlikte tekrar yakalanmaları sık rastlanılan bir durumdur. Oltaya yakalanan turnalara daha büyük turnaların saldırması, hatta kancaya takılmadığı halde avlarını bırakmadıkları için kepçe yardımıyla suyun dışına alınmaları da bu balıkların avları konusunda ne kadar ısrarcı olduklarının ispatıdır.

Ortalama 25 yıl gibi uzun ömürlü balıklar olan turnaların 150 cm boy ve 30 kg ağırlığın üzerine çıkabildikleri bilinmektedir. Genetik anormallikler dışında erkek turnaların yaşam süresi ve maksimum boyutları dişilere nazaran daha düşüktür. Büyüme şartlarına göre değişmekle birlikte turnalar yaklaşık 2 yaşında cinsel olduğa ulaşır. Erkek turnalar için cinsel olgunluk boyutu 34-42 cm iken, dişi turnalar 40-48 cm boy aralığında cinsel olgunluğa ulaşır. İlk kez nesil yetiştirecek olan yarım kg’lik bir dişi yaklaşık 9.000-10.000 arasında yumurta bırakabilir. 5 kg ağırlığındaki bir dişinin bırakacağı yumurta miktarı ise 100.000’in üzerindedir. Yumurta miktarlarından da anlaşılacağı üzere daha üretken olan anaç balıkların korunması büyük önem arz etmektedir. Yaşlı ve büyük turnaların mücadelesinin ve avcılık keyfinin de daha yüksek olduğu aşikardır. Ülkemizde çok küçük sulama barajları, göletler ve dar su kanalları gibi hassas sulak alanlarda yayılım gösteren turnaların avında yakala&bırak disiplinin benimsenmesi şattır. Turna, denize kıyısı olmayan bir çok şehir için spin yöntemi ile yakalanabilecek yegane balık olduğundan bu şehirlerde yaşayan balık tutkunlarının özellikle bu balığa sahip çıkması, geri saldıkları her balığın daha da büyümüş olarak tekrar kendilerine geleceğinin bilinciyle hareket etmesi gerekmektedir.

Turnalar 4 mevsim aktif olarak avlanan balıklardır. Su sıcaklığının aşırı yüksek ve aşırı düşük olduğu yaz ve kış aylarında avlanma aktiviteleri bir miktar düşse de olta ile avcılığı devam eder. Avlanma tarzları genellikle hareketsiz durarak avlarını bekleme şeklindedir. Yeşil ve dalgalı desenleri sayesinde dipteki bitkilerin arasında kamufle olup avlarının saldırı menziline girmesini beklerler. Suyun içinde kalmış ağaç dallarının, sazlıkların, nilüfer vb. su bitkilerinin çevresi turnaların gizlenmek için tercih ettiği yerlerin başında gelir. At-çek yöntemiyle avlanırken sahte yemi bu tarz yerlerin yakınından geçirmek avın verimini büyük ölçüde arttırabilir. Turna saldırıları o kadar şiddetli ve hızlıdır ki avını kapan turnanın durabilmesi için vücudunu “S” şeklinde kıvırması gerekir. Su sathına yakın mesafedeki avlara saldırdıklarında ise hızlarını alamayıp büyük bir şapırtı kopararak suyun dışına fırlarlar. Bu anlar turna hedefinde olan bir balıkçı için en heyecan verici anlardandır. Vakit kaybetmeden yemi şapırtının koptuğu yere atıp bir süre aynı bölgeyi denemek de balık yakalama şansını arttırabilir. Turnalar sadece yatarak avlanan balıklar değildir. Avlarını aramak için ciddi mesafeler katedip aktif olarak da avlanırlar. Bu sebeple turnayı sadece gizlenebileceği bölgelerin çevresinde aramak doğru değildir.

Turnalar avlarını parçalara ayırmak yerine tek parça halinde yutar. Ağızlarını çevreleyen yüzlerce içe kıvrık diş, avın kaçmasına mani olarak içeri hareketini kolaylaştırır. Esnek çeneleri ve koca ağızları sayesinde kendi gövdelerinden daha kalın avları bile yutabilirler. Büyük avları yutmaları biraz zaman alsa da nispeten küçük avları vakumlayarak tek hamlede yutarlar. Çoğu zaman at-çek avında kullanılan sahte yemlerin tamamını yuttukları için sahte yemle ana beden arasında 10-25 cm uzunluğunda çelik köstek kullanmak gerekir. Böylelikle yemin tamamını yutan turnanın dişleriyle misinayı kesmesi önlenmiş olur. Sakın bu ihtimali düşük görüp avın verimini arttırmak için çelik beden kullanmaktan imtina etmeyin. Zira avlarına odaklanan turnalar çelik bedenden rahatsız olmaz. Zamanında aynı yanılgıya kapılıp çelik beden kullanmadığım avlarda  çok sefer misina kestirerek oltamın ucundaki balığı kaybettim.

Turnalar yamyam balıklardır. Avlarının büyük bir bölümünü daha küçük turnalar oluşturur. Küçük boydaki turnalar daha büyük turnaların avı olmamak için daha fazla beslenip bir an önce büyüme eğilimindedir. Bu nedenle boylarından beklenmeyecek bir canavarlıkla büyük sahtelere bile saldırırlar. Halk arasında çivi diye tabir edilen yavru turnalar sayıca fazla olduklarından ufak boy sahte yemlerle denendiğinde kolaylıkla yakalanabilirler. 50 cm altı turnaların mücadelesi zayıf olsa da spin ve sportif yakala&bırak avcılığının zevkini fazlasıyla yaşatırlar. Büyük turnaların mücadelesi ise serttir. Özellikle 80 cm üzeri turnalar makineden epey misina boşaltır. Kah fişekleyip, kah hareketsiz kalıp enerji topladıktan sonra mücadeleye devam ederler. Zaman zaman suyun üzerinde hareketsiz yattıktan sonra muazzam bir güçle suyun dışına fırlayıp vücutlarını silkelerler. Bu esnada misina gergin tutulursa bütün vücut ağırlıklarıyla misinaları koparabilir, kancaları açabilir ya da ağızlarını yırtarak oltadan kurtulabilirler. Aynı vücut silkeleme hareketini sudan dışarı alınmak üzereyken de sergilerler. Kepçe kullanılmadığı taktirde sudan dışarı alınma esnasında balığın kaçma ihtimali yüksektir. Kepçe bulunmadı durumlarda balığı ensesinden ya da galsamasından kavrayarak dışarı almak gerekir.  Bunu yaparken turnanın jilet keskinliğindeki solungaç yarıklarından sakınılmalıdır. Aksi taktirde balığı tutan kişinin parmaklarında ciddi kesikler meydana gelebilir.

Yakala&bırak disiplininin henüz çok az sayıda balıkçı tarafından uygulandığı ülkemizde trofe boyutlara ulaşmış turnalar belli başlı meralar dışında mumla aranır haldedir. 25 yıllık uzun ömürleri ve yavaş büyüme hızları düşünüldüğünde özellikle küçük sulama barajları gibi hassas sulak alanlarda yapılan yakala&bırak harici olta balıkçılığı bile turnaların ömürlerini tamamlayarak trofe boyutlara ulaşmasına mani olmaktadır. Günümüzde trofe turna yakalama şansını arttırmak için, kısmen geniş ve korunaklı sulak alanların, insanlar tarafından ulaşılması zor, bakir bölgelerinde denenmelidir. 100 cm üzeri bir turna yakalama mutluluğuna erişmiş olan şanslı balıkçılar, turna avının gerçek zevkine varmış olan kişilerdir. Bu zevki her daim yaşamak, çocuklarımıza ve gelecek nesillere de yaşama şansı tanımak için turna gibi uzun ömürlü tatlı su balıklarının avında yakala&bırak disiplininin önemini anlamalı ve bir an önce uygulamaya geçmeliyiz.

Gelibolu Turnaları…

Balıkçılık hayatım boyunca çok sefer yalnız av yapmak zorunda kaldım. Çoğu zaman oltama büyük bir balık takıldığında yanımda kepçe tutacak kimse yoktu. Üç dakika yerine beş dakika uğraşıp tek başıma çıkardım balıklarımı. Issız meralarda avlanırken başıma bir şey gelecek olsa yardım edecek kimsemin olmadığı avlar da yaptım. Çok şükür ki şimdiye kadar balık tutarken büyük bir kaza yaşamadım. Ama bu hiç bir zaman yaşamayacağım anlamına gelmiyor. Özellikle tehlikeli ve ıssız meralarda avlanırken av arkadaşı şart. Her şeyden öte insan bazen sadece konuşmak için bir arkadaşa ihtiyaç duyuyor. Balık tutarken yaşadığı heyecanı paylaşacak birine… Ben avda çok konuşurum mesela. Özellikle de büyük bir balık çekerken susturabilene aşk olsun. Koca balığı sessiz sedasız çekip dışarı alanlara hayret ediyorum.

Eskiden daha sık yalnız av yapardım. Şimdilerde ise mümkün olduğunca yanımda av arkadaşım olmasına özen gösteriyorum. Onca av arkadaşım arasında bir tanesi var ki, onun yeri apayrı benim için. Hayat arkadaşım Yasemin. Bu yaz yakaladığım hayallerimin turnasını ona borçluyum. Hazır söz açılmışken eşime bir kez daha teşekkür etmek istiyorum. Balık tutkuma bu kadar saygılı ve destekleyici olmasaydı, evlendikten sonra balığa çıkabildiğim gün sayısında ciddi bir düşüş olurdu. O bana olan desteğini sürdürdüğü sürece ben de aradaki dengeyi sağlamak için elimden geleni yapıyorum. Tıpkı yakın zamanda eşimin mesaisi devam ederken çıktığım 10 günlük iznimde olduğu gibi. Eşim, mesleğimin senelik izinlerim dışında şehir dışına çıkmama mani olduğunu bildiği için 10 günlük iznim süresince şehir dışında avlanmama müsaade ettiği halde iznimin ilk 5 gününü Samsun’da eşimle birlikte geçirmeyi tercih ettim. İznimden kalan 5 günümde ise yazdan beri hayallerini kurduğum Gelibolu’daki turna avlağıma gitmenin planlarını yapmaya başladım.

Turna sevdasına Samsun’dan atlayıp Gelibolu’ya gitmeyi kafaya koymuştum bir kere ama onca yolu katedip tek başıma av yapmak istemiyordum. Bu seyahati planladığım aylar öncesinden bir çok arkadaşıma teklifte bulunduğum halde kimseden net bir cevap alamamıştım. Sonuçta herkesin işi gücü vardı ve haklı olarak ancak seyahat tarihi yaklaştığı zaman net cevap verebileceklerini söylüyorlardı. İlk başta aklımda kalabalık bir arkadaş gurubuyla av yapmak olduğu halde tarih yaklaştıkça kimseyi bulamayacağımdan korkmaya başladım. Bana eşlik edecek birini bulamazsam seyahati iptal etmek zorunda kalacaktım. Bunu hiç istemediğim için aynı teklifi çeşitli yollarla başka arkadaşlarıma da yapmaya devam ettim. Teklifimi ortaya sunduğum yerlerden biri de Balıkçı Kahvesi idi. Balıkçı Kahvesi benim bir kaç ay önce telefonumda yüklü olan “What’s Up” programı üzerinden oluşturduğum bir sohbet grubu. Şimdilik 12 üyesi bulunan Balıkçı Kahvesi’nde günlük av raporlarımızla birlikte fotoğraflarımızı paylaşıyor, av tekniklerine değiniyor, birbirimizin sorularını cevaplıyor, kısacası balık üzerine her şeyden konuşuyoruz. Sevgili Murat Sezal abim de Balıkçı Kahvesi’nin üyelerinden biri. İstanbul’un Avrupa yakasında yaşayan Murat abim çocukluk yıllarından beri denizle iç içe, balıkçı kültürü içinde büyümüş olan usta balıkçılardan. Özellikle denizde spin ve uzun olta ile lüfer avında çok tecrübeli olduğu halde daha önce hiç tatlısu tecrübesi olmamış. Hem bu eksikliğini gidermek istediğinden hem de spin avcılığına olan düşkünlüğünden teklifimi ilk kabul eden Murat abi oldu.

Davet ettiğim arkadaşlarımdan başka gelen çıkmayınca Gelibolu’ya Murat abi ile birlikte gitmeye karar verdik. 29 Ekim Cumhuriyet bayramı gecesi otobüsle Samsun’dan ayrılıp ertesi sabah İstanbul’da indim. Gün boyu İstanbul’daki arkadaşlarımı ziyaret edip avda kullanmak üzere bir kaç parça malzeme aldıktan sonra akşam üzeri, mesaisi biten sevgili dostum Emre Cide’nin Beylerbeyi’ndeki evine konuk oldum. Mutfaktaki hünerlerini bir kez daha gösteren Emre’nin, bir kaç gün evvel Bodrum’da yakaladığı kalamarlar ve evinin önündeki boğaz kıyısından yakaladığı istavritlerle güzel bir ziyafet çektik. Yazdan beri görmediğim Emre ile akşam yemeği üzerine yaptığımız hoş sohbetten sonra saat 22:00 gibi Murat abimle Avrupa yakasında buluşmak üzere yola koyuldum.

Murat abi ile gece yarısına doğru Florya’da buluşup yola çıkmadan önceki son hazırlıklarımızı yapmak üzere Murat abinin iş yerine geçtik. Sütlü kahvelerimizi yudumlarken makineme yeni aldığım 0.28 mm monofilament misinamı sardıktan sonra Murat abinin sahte yemleri arasından turna avı için uygun olanlarını seçtik. Yanımıza alacağımız bir kaç parça malzemeyi de hazırladıktan sonra Gelibolu’ya doğru yola çıktık. Ara sokaklardan geçip ana yola çıktığımızda böbrek üstü bezlerim adrenalin salgılamaya başladı. Yüz küsür kilometre hızla dibine kadar girdiğimiz bir kaç araba ve makas hareketlerinin etkisiyle oturduğum koltuğa yapışıp dua etmeye başladım. Korktuğumu anlayan Murat abinin “merak etme ben eski ralli pilotuyum” sözü de içimi rahatlatmaya yetmedi. Neyse ki çok geçmeden trafik yoğunluğu azalınca yolumuza sabit hızda sakin bir şekilde devam ettik.

Murat abi daha önce çok sefer Gelibolu’da avlanmış, Saros Körfezinin en bakir kıyılarında at-çek yöntemiyle lüferden levreğe, torikten yazılı orkinosa trofe boyda bir çok balık yakalamış. Bazı dönemler hemen her haftasonunu Saroz’da avlanarak geçirdiğinden İstanbul-Gelibolu arasındaki yolu da ezberlemiş. Önceleri farklı balıkların hayaliyle direksiyon salladığı yollardan bu defa turna hayalleri kurarak, eski bereketli avlarımızın anılarını paylaşarak geçtik. Birer kase çorba içmek ve ihtiyaç gidermek için durduğumuz bir sefer dışında mola vermeden 4 saatte Gelibolu’ya ulaştık. Avlanacağımız barajın kıyısına vardığımızda saat sabahın beşiydi. Havanın aydınlanmasına bir saatten fazla zaman vardı. Hem zorlu arazide yürürken önümüzü görebilmek hem de gün boyu dağ bayır dolaşarak olta atabilmemizi sağlayacak enerjiyi depolamak için oturduğumuz koltuklarda hava aydınlanana kadar uyumaya karar verdik.

Nasıl bir uyku uyuduğumuzu az çok tahmin edebilirsiniz. Rüyalarımıza giren turnalar, 10 dakikada bir uyanıp saate bakmalar ile geçen 1 saatin sonunda ikimiz de alarma gerek kalmadan uyandık. Uyandığımızda hava henüz aydınlanmamıştı. Biz son hazırlıklarımızı yaparken yavaş yavaş ağaran gün sislerin ardında saklanan barajı ortaya çıkardı. Artık maceraya hazırdık. İçinde sahte yemlerimiz, çelik kösteklerimiz, fotoğraf makinemiz, pensemiz, metremiz, kumanyamız ve işimize yarayabilecek her türlü malzemenin bulunduğu çantalarımızı yüklenip spin kamışlarımız elimizde su kenarına doğru yürümeye başladık. Amacımız barajın yola uzak kalan kıyısına geçip olta atarak en bakir yerlerine ulaşmaktı. Hedefe ulaşmak için barajın içine doğru uzanan irili ufaklı tepelerin arasında kalan koyları atlamamız gerekiyordu. Bu da yer yer seksen dereceye ulaşan inişli çıkışlı arazide en az 10 kilometre yürümemiz anlamına geliyordu. İki balık tutkunu için bundan daha güzel bir sabah sporu olabilir mi?

Kısa bir yürüyüşten sonra barajın karşı kıyısına geçeceğimiz dar ve sığlık alana ulaştık. Olta atmaya başlayacağımız yere doğru heyecanlı bir şekilde yürüyorduk ki aniden çok yakınımızdan gelen köpek sesleriyle irkildik. Seslerin geldiği yöne baktığımızda hemen önümüzdeki tepenin üzerinde bize bakarak havlayan 2 çoban köpeğini gördük. Murat abi de ben de köpek fobisi olan insanlar değiliz. Hatta Murat abinin bahçesinde beslediği dogo argentino cinsi bir köpeği bile var. Korktuğumuzu belli etmeden yürümeye devam ederken tepenin üzerindeki köpeklerin sayısı 3’e çıktı. Elimize yerden sağlam birer odun alıp gözümüzü, sürekli havlayan köpeklerden ayırmadan yürümeye devam ettik. Derken tepenin üzerindeki köpeklerden bir tanesi bize doğru koşmaya başladı. Murat abinin “Savaş bir tanesi buraya koşuyor, ne yapacağız?” derken sesinin titremesinden ne kadar korktuğu belli oluyordu. Ne yalan söyleyeyim ben de korktum. Ama bu gibi durumlarda yapılacak en son şeyin kaçmak olduğunu bildiğimden elimizdeki odunları ve spin kamışları havaya kaldırıp olduğumuz yerde kalmayı tavsiye ettim. Biz durunca köpek de 10 m ilerimizde durdu. Artık köpeğin havlamalarının arasında çıkardığı korkunç hırıltıyı da duyabiliyorduk. Suyun kenarından yolumuza devam etmek için köpeğe biraz daha yaklaşmamız gerekiyordu. Bunca yolu geldikten sonra bir köpek yüzünden geri dönecek halimiz yoktu. Bir süre hareketsiz bekledikten sonra cesaretimizi toplayıp gözümüzü köpekten ayırmadan yavaşça yolumuza devam ettik. Köpekler arkamızdan havlamaya devam etse de çok şükür ki bir daha saldırma teşebbüsünde bulunmadılar.

Nihayet sığlık alanı geçip olta atılabilecek yerlere ulaştık. Barajın yola yakın kısmında çok vakit harcamak istemediğimizden çantalarımızı sırtımızdan indirmeden bir kaç atış yapıp yolumuza devam ettik. İlk koya ulaştığımızda koyun iç kısmına doğru yaptığım atışlardan birinde 40 cm civarı bir turna yakalayıp incitmeden suya iade ettim. Yakaladığım balık ufak da olsa Murat abiyi heyecanlandırmaya yetmişti. “Koyların içi bu boyda turnalarla dolu, mutlaka yakalarsın sen de.” diyerek moral vermeye çalıştım. Bir kaç atış sonra Murat abi de hayatının ilk turnasını sudan çıkarmayı başardı. Limitlerin çok az üzerinde olan ilk turnasıyla birbirinden güzel fotoğraflar çektikten sonra balığı suya iade ettik. Murat abi de siftah yaptığına göre gönül rahatlığıyla dev turnaların dolaştığı bakir yerlere doğru yolumuza devam edebilirdik. Gelibolu yarımadasının tertemiz havasını ciğerlerimize çekip ağaçların arasından kıvrılarak ilerleyen keçi yollarını takip ederek önümüze çıkan ilk tepeyi aşmaya koyulduk.

İlk tepenin ardındaki daracık koya ulaştığımızda suyun kenarına inmeden gözlerimle koyun sığ ve berrak olan bölümünün dibini taradım. Aradığım şeyi görünce kalp atışlarım hızlandı. Dipte yatan 70-80 cm civarındaki turnayı sessizce Murat abiye göstermeye çalışırken hareketlenip bulanık bölgenin içinde kayboldu. Heyecanla suyun kenarına inip aralıksız at-çek yapmaya koyulduk. Turnanın ne kadar obur ve ısrarcı bir balık olduğunu bildiğim için balığın mutlaka ikimizden birinin oltasına vuracağını düşünüyordum. Yanılmışım. 15 dakika boyunca daracık koyun çıkışı dahil her yerine olta attığımız halde ikimiz de vuruş alamayınca çantalarımızı yüklenip bir sonraki tepeyi aşmak üzere yola koyulduk.

Tepeleri aştıkça karşımıza çıkan koylarda kısa süreli denemelerde bulunup nihayet barajın insanların ulaşabileceği en bakir bölgesine ulaşmayı başardık. Sırtımızda çantalarla zorlu arazide yaptığımız 1 saatlik yürüyüşten yorgun düşsek de dev turnaların hayaliyle dinlenmeden at-çek yapmaya koyulduk. Yarım saat kadar çeşitli sahte yemler ile yaptığımız at-çek denemelerinden sonuç alamayınca daha derin bölgelerde denemek için yeni aldığım 20 cm boy ve 38 g ağırlığındaki silikon yılan balığı sahtesi ile denemeye karar verdim. Bu yem ile 2. atışımı gerçekleştirdiğim sırada yanımda olta atan Murat abi “Aldım!” diye bağırdı. Balık oltaya yakalanır yakalanmaz yüzeyde sağlam bir şapırtı koparıp koca gövdesini gösterdikten sonra oltadan kurtulmuş bir şekilde suya daldı. Mücadele çok kısa sürmüştü. Murat abi kaçırdığı balığın üzüntüsüyle oltasını çekerken ben de vakit kaybetmeden oltamın ucundaki 20 cm’lik yılan balığı sahtesini balığın kaçtığı yerin biraz arkasına sallayıp sarmaya başladım. Makineyi bir kaç tur sarmıştım ki beklediğim vuruş geldi. İlk başta balığın ağırlığını tam kestiremesem de 20 cm’lik sahteye saldırdığına göre dev bir turna yakaladığımı düşünerek heyecanlı bir şekilde mücadeleye başladım. Çok zorlanmadan kıyıya getirdiğim balık tahminimden küçük olsa da tatmin edici boydaydı. Yola çıkarken yanımıza kepçe almayı unuttuğumuz için suyun kenarına kadar getirdiğim balığı usulca ensesinden kavrayıp dışarı aldım. 61 cm’lik bu turna büyük ihtimalle Murat abinin kaçırdığı balıktı. Aramızda şakalaşıp günün ilk güzel balığıyla bir kaç fotoğraf çektirdikten sonra mutlu bir şekilde ava geri döndük.

Savagear real eel 20 cm...
Savagear Real Eel Firetiger…

Yakaladığımız balıktan sonra şevke gelip daha büyük turnaların hayaliyle at-çek yapmaya devam ettik. Bir kaç atış sonra çok güvendiğim yılan balığı sahtemi dibe takıp koparttım. Yanımda aynı sahte yemin yedeği olmadığı için takım çantamdaki diğer sahte yemlerle devam etmek zorunda kaldım. 1 saat kadar ikimiz de tek bir vuruş bile alamadan atıp çektikten sonra Nihayet Murat abi sağlam bir vuruş aldı. Kaloma almasına bakılırsa bu defaki balık daha büyüktü. Murat abinin sakince mücadele edip yorduktan sonra kıyıya yaklaştırdığı balığı dışarı çıkarmasına yardım ettim. İlk turna avında hatrı sayılır bir trofe yakalayan Murat abinin mutluluğu yüzünden okunuyordu. Oltaları bırakıp 72 cm’lik canavarla uzun bir fotoğraf çektirme işine koyulduk.

Savagear 3 D Prey 95 Fire Perch
Öğlene doğru vücudumuz yorulma emareleri göstermeye başladı. 2 gece üst üste yaptığım yolculuklar, uykusuz gecenin ardından engebeli arazide yaptığımız uzun yürüyüş ve zayıf yapılmış kahvaltı sonucunda enerjimin tükenmeye başladığını hissettim. Düşlediğimiz turnaları yakalamış olmanın da verdiği rahatlıkla kendimizi daha fazla yorgun hissetmeden önce olta atarak geldiğimiz yolu geri dönmeye karar verdik. Dönüş yolunda da aştığımız her tepenin ardında önümüze çıkan koylarda olta atıp yakaladığımız 50 cm’i geçmeyen turnaları incitmeden geldikleri yere iade ettik. Akşama doğru sonlandırdığımız avdan sonra Gelibolu’da karnımızı doyurup karanlığa kalmadan İstanbul’un yolunu tuttuk. Esenler otogarına vardığımızda üzerimizde bir gece önceki heyecan yerine tatlı bir yorgunluk vardı. İlk fırsatta Gelibolu’da tekrar olta sallamak üzere sözleşerek ayrıldık.

O Turna…

Yasemin’le bir ömür boyu ayrılmamak üzere yemin ederek hayatlarımızı birleştirmemizin üzerinden henüz 1 hafta geçmişti. Pırıl pırıl bir havada annem, kız kardeşim, anneannem ve Yasemin’le birlikte Kocaeli’nin şirin sahil kasabası Değirmendere’de deniz kenarındaki bir çay bahçesinde oturmuş hoş bir sohbet eşliğinde çaylarımızı yudumluyorduk. Güzel hava ve pürüzsüz deniz içimde bastırılamaz bir balık tutma isteği uyandırınca Yasemin’e akşam suyunda kıyıdan olta atma teklifinde bulundum. Teklifim üzerine Yasemin gayet ciddi bir şekilde “hiç işim olmaz” diye cevap verdi. Kısa bir sessizlikten sonra annem “ama siz evlenmeden önce sürekli beraber balığa gidiyordunuz” deyince Yasemin gülerek “onlar imzayı atana kadardı, artık hepsi bitti” dedi ve bütün masa bastık kahkahayı.

O günün akşamında Yasemin’le kıyıdan spin takımlar ve silikon kurtlarla at-çek yaptık. Balığa giderken arabada sürekli olarak lüfere denemek istediğini söyleyen Yasemin’e lüfer mevsiminin geçtiğini anlatıp silikon kurtla azman istavrite denemeye ikna etsem de o sürpriz bir şekilde ilk atışında silikon kurtla güzel bir sarıkanat yakaladı. 2 saatlik avda yakaladığımız azman istavritlerin çoğu olmasa da en irisi yine Yasemin’e denk geldi. Evlenmeden önce beraber gerçekleştirdiğimiz turna avlarımızdaki bariz üstünlüğünü de düşünürsek Yasemin’in balık avında çok nasipli olduğunu söyleyebiliriz. Şimdiye kadar beraber gerçekleştirdiğimiz en kötü avdan 400 g civarı bir eşkinayla döndük.

20 Mayıs’ta nikah yapmamıza rağmen Yasemin’in tayini çıkana kadar farklı şehirlerde yaşamaya devam ediyoruz. En fazla 1-2 ay sürecek olan bu dönemde sadece hafta sonları görüşme fırsatımız olacak. İş durumumuza göre bazen Yasemin benim yanıma geliyor, bazen de ben onun yanına gidiyorum. Haziran ayının başına denk gelen hafta sonu yolculuk yapma görevi bana düştüğü için eşimin yaşadığı yer olan Çanakkale’ye gittim. Tabi ki Çanakkale’ye giderken yanıma olta takımlarını almayı da ihmal etmedim. Bir çok balıkçı için Çanakkale deniz balıkçılığını çağrıştırsa da benim Çanakkale’de yakalamaktan en çok keyif aldığım balık turnadır. Bu gidişimde de aklımda cumartesi ya da pazar günlerinden birinde Gelibolu’daki turna meramda avlanmak vardı.

İlk başta eşimle Gelibolu’ya pazar sabahı gitmeyi planladıysak da arabalı feribotla Kilitbahir’e geçtikten sonra yapacağımız uzun yolculuk ve avlanacağımız barajın arazi şartlarının zorluğu fikrimizi değiştirmemize sebep oldu. Eşimin tavsiyesi üzerine cumartesi akşamı 10 km mesafedeki turna avlandığını bildiğimiz başka bir barajda denemeye karar verdik. Akşam saat 5 civarı arabayla 15 dk’lık bir yolculuktan sonra barajın bentlerini aşıp karşımızda duran manzarayı gördüğümde gözlerime inanamadım. Yemyeşil çam ormanlarıyla örtülü, dik yamaçlı iki dağ sırası arasındaki vadide kıvrılan masmavi bir baraj tüm ihtişamıyla önümüzde uzanıyordu. Barajın coğrafi yapısını görür görmez içimden bu barajda ne trofeler yaşıyordur diye geçirdim. Barajın etrafı çok dik ve sarp yamaçlarla çevrili olduğundan çoğu yerde olta atmaya imkan yoktu. Bu benim için hem sevindirici hem de düşündürücü bir durumdu. Sarp araziden dolayı insanların rahatsız edemediği bakir kalmış yerlerde trofe turna bulunma ihtimali her zaman yüksektir. Öte yandan insanların rahatsız edemediği bakir yerleri ben de rahatsız edemezdim.

Olta atabileceğimiz uygun bir yer bulmak için barajın çevresindeki yoldan bir kaç kilometre ilerledikten sonra uygun bir yer bulamayacağımıza kanaat getirip bu barajda daha önce avlanmış olan Ümit Abi’yi aramaya karar verdim. Ümit Abi’nin söylediğine göre bir kaç km daha ileride herkesin olta attığı ufak bir düzlük alan vardı ama bu cevap beni tatmin etmedi. İnsanların inmeye cesaret edemediği sarp yamaçlarda kim bilir ne trofe turnalar yaşıyorken şehir merkezine bu kadar yakın bir barajda herkesin olta attığı yer bana hiç de cazip gelmiyordu. Arabayla yavaş yavaş ilerlerken uygun bir yer arayışına devam ettim. Nihayet iniş yolu biraz uzun ve zorlu da olsa olta atılabilecek bir yer buldum. Arabayı park ettikten sonra Yasemin’e yolu gösterip inip inemeyeceğini sorduğumda her zamanki gibi kendinden emin bir şekilde “senin inebildiğin her yerden inerim ben” diye cevap verdi.

Malzemelerimizi yüklenip dikkatli bir şekilde su kenarına inmeyi başardık. İner inmez ne kadar zorlu bir yer seçimi yaptığımızı fark ettim. Zemin aşırı eğimli olduğundan kıyıda ayakta durmak bile çok güçtü. Su seviyesinin yüksek olmasından dolayı su altında kalmış ağaçlar ise olta atmak için ayrı bir engel teşkil ediyordu. Tüm zorluklara rağmen takımlarımızın ucuna çelik köstek ve sahte yemlerimizi bağlayıp heyecanlı bir şekilde at-çek yapmaya koyulduk. Daha ilk atışta korktuğum başıma geldi ve oltam dipteki bir ağaca takıldı. Kurtaramayacağımı anlayınca kopartıp sahtemi ve çelik kösteğimi dipte bıraktım. Olta atabileceğimiz hemen her yerin önü suyun altında kalmış ağaçlarla kaplıydı. Sürekli yer değiştirmemize rağmen ikimiz de peş peşe takım koparttık. Ava başlayalı yaklaşık yarım saat olmuştu ki nihayet 50 cm civarı bir turna yakalamayı başardım. Suyun hemen kıyısına kadar takip ettiği sahteye gözümün önünde bir kaç sefer hamle yaptıktan sonra yakalanan bu küçük turna biraz keyfimi yerine getirmişti. Ufaklığı geldiği gibi suya iade ettikten sonra ava devam ettim.

İlk balığı yakaladıktan yaklaşık yarım saat sonra aynı boyda bir turna daha yakalayıp incitmeden geri saldım. Bu arada takım kopartmaya da devam ettik. En sonunda takım çantamdaki tüm çelik köstekler bitti. Arabamın bagajında fazlasıyla sahte yem bulunmasına rağmen yeterince çelik köstek almayı akıl edememiştim. Yasemin’in oltasının ucunda takılı olan son çelik köstekte gözüm kalsa da onun kısmetine mani olmamak için mecburen çelik kösteksiz devam ettim. Bu kadar zor bir merada mutlaka trofe turnalar olmalıydı. Peki ya o trofelerden birisi benim oltama vurduğunda çelik kösteksiz ne yapacaktım? Balığın sahte yemi tamamen yutmamasını ummaktan başka yapacak bir şeyim yoktu. Bu düşüncelerle ava devam ederken korktuğum başıma geldi. Ağırlığını bile tam hissedemediğim bir şey sahte yemin tamamını yutup misinayı kesiverdi. Üzüldüm ama daha çok hırslandım. Baktım ki Yasemin sıkıntıdan oltasını kenara bırakıp evden getirdiği meyveleri atıştırmaya koyulmuş, hemen oltasının ucundaki çelik kösteğe el koydum. Bunu yaparken Yasemin’i ikna etmek için “bugün buradan trofe turna almadan gitmeyeceğim, koparttığımız o kadar sahtenin hakkını vermemiz lazım” dediğimi hatırlıyorum.

Yasemin’den aldığım çelik kösteği bağladıktan sonra ucuna uzun zamandır takım çantamda duran 3 numara yassı turna kaşığını takıp bulunduğumuz koyun iç kısmına ilerledim. İlk atışımda vuran olmadı. İkinci atışımda kaşık kıyıdaki bir ağacın yanından geçerken aniden olduğu yerde mıhlanıp kaldı. Dibe mi takıldı, balık mı yapıştı diye düşünürken makinemin kaloması cırlamaya başladı. Balık o kadar kuvvetli basıyordu ki sanki oltanın ucunda balıktan başka dev bir yaratık vardı. Şimdiye kadar yakaladığım turnaların hiç birine benzemiyordu. Bu çok daha büyük bir şeydi. Balık durmadan kaloma alırken “Çok büyük! Çok büyük! En az 10 kilo!” diye haykırdığımı hatırlıyorum. Ben mücadeleye devam ederken Yasemin koşarak yanıma gelip heyecanlı bir şekilde ” Hayatım, benim yapabileceğim bir şey var mı?” diye sordu. Balık henüz çok kuvvetli ve uzakta olmasına rağmen kepçeyi hazırlamasını söyledim. Böyle anlarda insan ister istemez aşırı heyecanlanıyor. Daha önce bu büyüklükte bir turna yakalamış olsam belki daha rahat olurdum ama oltanın ucundaki muhtemelen eski rekorum olan 2.5 kg’lik turnadan 3-4 kat daha büyük olduğu için kaçırmayı hiç istemiyordum. Balıkla mücadele ettiğim yerde suyun içinde kalan ağaç dalları ve misinamın ince oluşu da heyecanımı katlıyordu.

Dakikalar geçmesine rağmen balık yorulmadan derinlere doğru inmeye devam etti. Neredeyse 10 dakikadır mücadele veriyorduk. Artık kamışı tuttuğum sağ kolum ağrımaya başlamıştı. Balık bir ara suyun yüzeyine çıkar gibi olduysa da göremeden tekrar dibe bastı. Ah bir su üstüne çıksa işim kolaylaşacaktı. Nihayet benim gibi balık da yorulma emareleri göstermeye başladı. Artık makineyi yavaş yavaş sarabiliyordum. Ben sardıkça balık da ağır ağır yukarı yüzmeye başladı. Yasemin de ben de gözlerimizi misinanın suyun içine daldığı yere dikmiş heyecanla balığı görmeyi bekliyorduk. Nihayet balık yüzeye çıktığında kocaman kafası ve upuzun gövdesiyle tam bir canavar yakaladığımızı anladık. Balık bir kaç saniye suyun üstünde yattıktan sonra kuvvetli bir kuyruk darbesiyle müthiş bir su kütlesi çıkararak tekrar dibe daldı. Daha genç ve çevik bir turna olsaydı muhtemelen suyun dışına fırlayarak oltadan kurtulmayı deneyecekti.

Balık dibe dalınca makineden biraz daha kaloma aldı. Sakinleşmesini bekleyip tekrar sarmaya başladım. Bu defa daha kolay yüzeye çıktı. Yasemin’e balığı kıyıya yanaştırmayı deneyeceğimi, kepçeyi suya sokup beklemesini söyledim. Suyun üstünde yatan balığın dev cüssesini ağır ağır kıyıya yaklaştırmaya başladım. O an tek düşündüğüm şey bir an önce balığı kepçeleyip bu savaşı kazanmaktı ama balık kolay kolay pes edeceğe benzemiyordu. Kepçeyle arasında bir kaç metre kala tekrar basıp kaloma aldı. Bu defa en korktuğum şey oldu. Balık sol tarafımda bulunan ağaçların arkasına doğru yüzdü. Misinanın ağaç dallarına sürtündüğünü hissettiğim an içimden “eyvah bu iş burda bitti!” dedim ama şükürler olsun ki korktuğum olmadı. Balık birden yön değiştirip misinayı ağaç dallarından kurtardı. Derin bir oh çekip mücadeleye devam ettim. Artık iyice yorulmuş olan balığı sakinleştikten sonra tekrar suyun yüzeyine çıkarıp kepçeye yaklaştırmayı denedim. Balık kepçeye yaklaştıkça dev çenesini çevreleyen dişlerini bile seçebiliyordum. Sonunda balığı kepçenin yanına yanaştırmayı başardığımda bu büyüklükte bir balığı kepçelemenin hiç de kolay olmayacağını anladım. Balık büyük, kepçe küçük, Yasemin tecrübesizdi. Bir kaç saniye balığın kafasını kepçeye sokmayı denediyse de başarılı olamadı. Balık son bir gayret çırpınıp Yasemin’i ıslattıktan sonra bir kaç metre daha kaloma aldı.

Bu onun son çırpınışı oldu. Artık yorgunluktan tamamen tükenmiş olan balık “benden bu kadar arkadaş” dercesine suyun üstünde yan yattı. Ağır ağır çekip tekrar kepçenin yanına yaklaştırdığım balığı Yasemin bu defa farklı bir taktikle kepçelemeyi denedi. Gözünüzde tam canlanması için örnek verecek olursam Gargamel’in kepçesini şirinlerin kafasına geçirme tekniğine çok benzer bir hareketle kepçeyi yukarıdan balığın kafasına geçiriverdi. Bunu yaparken yaptığı işe o kadar konsantre olmuştu ki suyun içine kayıp ayakkabılarının ıslandığını bile fark etmedi. Kafası sığ suyun altındaki zeminle Yasemin’in elinde sımsıkı tuttuğu kepçe arasında sıkışıp kalan zavallı turna etkisiz hale gelmişe benziyordu. O an hem balığı hem de Yasemin’i bu eziyetten kurtarmak için bir şeyler yapmam gerektiğinin farkına vardım. Görevini fazlasıyla yerine getiren spin kamışımı kenara atıp balığın kafasının üzerine çöktükten sonra parmaklarımı dikkatlice kepçenin torunun üzerinden balığın solungaçlarının içine soktum. Balığı bir kere solungaçlarından kavradıktan sonra olay bitmiş demektir. Kazanmıştım. Sonunda hayallerimdeki gibi muhteşem bir trofe turna yakalamayı başarmıştım. Hem de hayat arkadaşımı ziyaret ettiğim şehirde, onun tavsiyesi üzerine geldiğim barajda, onun çelik kösteği ve yardımıyla… Evlendikten sonra balık tutamazsın diyenlere inat “Yaşasın evlilik!” diyorum.

Hepimizin hayallerini süsleyen, kendi türlerinin en büyüklerinden, trofe diye tabir ettiğimiz balıklar vardır. Bu balıklar her zaman denk gelmez. Yakalandığını nadiren görür, duyarız. Ama yine de hiç bir zaman vaz geçmeyiz hayal kurmaktan. Belki de oltamızı her atışımızda o balığın vurmasını bekleriz. Benim de turnayla tanıştığım ilk günden beri hayallerimi süsleyen bir turna vardı. Yakaladığım her turnada ayrı bir sevinç yaşasam da hayalimdeki o turnanın yeri ayrıydı benim için. İşte bu hikaye o turnanın hikayesiydi.

Hayat Arkadaşımın İlk Trofesi

Benim gibi zamanının büyük bölümünü su kenarlarında balık peşinde koşturarak geçiren bir  balık tutkunun eşi olacak bayanın bazı şeyleri göze almış olması gerektiği aşikardır. Şimdiye kadar çok defa aile fertlerim ve yakın arkadaşlarımdan haklı olarak eş seçiminde bu konuyu göz önünde bulundurmam konusunda tavsiyeler aldım. Özellikle annem eşim olacak bayanın da balıkları seven birisi olması için sürekli dua edip dururdu. Bense evleneceğim kişinin balık tutmaktan hoşlanmasa bile en azından bana saygılı olmasını dilerdim. Şükürler olsun ki nişanlım Yasemin, nikah tarihimiz 20 Mayıs, muhtemelen siz bu yazıyı okurken eşim olmuş olacak, her konuda olduğu gibi balık tutmam konusunda da en büyük destekçim oldu. Benim hayalim balık tutkuma saygılı bir eşken, bu tutkuyu benimle birlikte paylaşan hayallerimin çok ötesinde bir hayat arkadaşı buldum. İşte bu hikaye hayat arkadaşıma balık tutmayı sevdirişimin hikayesidir.

Daha önce hiç balık yakalamamış birisine balıkçılığı sevdirmek istiyorsanız biraz dikkatli olmanız gerekir. Aksi halde o kişiye balıkçılığı sevdirmek yerine nefret etmesini sağlayabilirsiniz. Örneğin, ilk defa balığa gelen birisine, balık yakalama ihtimalinin çok düşük olduğu bir günde lüfere at-çek yaptırmak risklidir. İlk avında gün boyu at-çek yaptığı halde tek bir balık bile göremeden dönen kişinin şevki kırılabilir. Öte yandan ilk avında bolca balık yakalayarak eğlenen kişi ise şevklenip ilk fırsatta tekrar balık tutmak ister. Bu yüzden yeni başlayanlara balıkçılığı sevdirmek için nispeten kolay avlar seçilmelidir. Ben de Yasemin’de aynı taktiği uyguladım. İlk balık avında onu öyle bir yere götürdüm ki akşam balıktan dönerken söylediği ilk sözler  “bana da bir olta alalım” ve “bir daha ne zaman balık tutarız” oldu.

Yasemin’i balığa götürdüğüm yer Gelibolu yarımadasında içi turna dolu doğa harikası bir göldü. 2013 turna sezonunun açıldığı gün, pırıl pırıl bir havada balık tutacağımız yere vardık. Olta atmak için seçtiğim yer gölün karanın içine sokulduğu dar koylardan biriydi. Suların yüksek olduğu bahar aylarında, göl kenarındaki bir çok ağaç suların altında kaldığından, ağaçlık koylar özellikle ufak turnaların saklanması için çok uygun yerler oluşturur. Amacım trofe balık yakalamak yerine Yasemin’e balıkçılığı sevdirmek olduğu için hedefimde nispeten daha bol olan ufak turnalar vardı. Bu yüzden ikimizin oltasının ucuna da küçük silikon kurtlar bağladım. Yasemin’e bir kez oltanın nasıl atılacağını gösterdikten sonra kendi oltamı atacağım yere gidiyordum ki Yasemin’den heyecan çığlıkları yükseldi. İlk atışında yakaladığı hayatının ilk turnasını havaya kaldırırken kaçırsa da bu heyecan ona yetmişti. Kaçan balıktan sonra şevkle at-çek yapmaya devam etti. Bir kaç atış sonra da ilk turnasını yakaladı. Yakaladığı 40 cm civarındaki balıkla fotoğraflarını çektikten sonra balığı geri saldık. Yüzündeki mutluluğu görünce içimden oldu bu iş dedim. Yasemin’in balıkçılık aşısı tamamdı. O gün ikimiz toplam 30 civarı turnayı fotoğrafladıktan sonra incitmeden suya iade ettik. Geri dönüş yolunda ikimizde gün boyu at-çek turna yakalamaktan yorgun ama mutluyduk.

İlk balık avı tecrübesinden sonra Yasemin’e de bir olta aldık. Kendi oltasıyla Çanakkale iskelesinden izmarit, istavrit ve ispari yakaladı. İkimiz farklı şehirlerdeyken kendi başına balığa gitme cesaretini bile gösterdi. Kendi başına gittiği ilk avda 6 izmarit ve 1 ispari yakalayarak tavalık balığını çıkarmayı başarırken bana da hayallerimin gerçekleşmesinin tadını çıkarmak kaldı.

5 Mayıs pazar günü Yasemin’le bir fırsatını bulup tekrar Gelibolu’ya turnaya gitmeye karar verdik. Sabahın erken saatlerinde Çanakkale-Kilitbahir feribotunda boğazın muhteşem manzarasına karşı çay, simit ve poğaçadan oluşan kahvaltımızı yaptık. Kilitbahir’den Gelibolu’ya, oradan da turna gölümüze 2 araç değiştirerek 1 saatte vardık. Göle vardığımızda bizi karşılayan manzara tek kelimeyle muhteşemdi. Gölün çevresindeki tarlalar ve otlaklar baharın mucizevi değişimine ayak uydurarak yeşilin her tonuna bürünmüştü. Masmavi bir gökyüzü, yemyeşil bir doğa, kuş sesleri ve önümüzde sürprizlerle dolu bir göl… Bir balık tutkunu için daha huzur verici ne olabilir ki?

İlk etapta birkaç keyiflik küçük turna almak için her ikimizin oltasının ucuna da küçük silikon kurtlar bağladım. Bu defa sezon açılışındaki avın aksine atar atmaz balık yakalayamadık. Bir kaç yer değiştirmemize rağmen ilk yarım saat oltalarımıza vuran olmadı. Yarım saatin sonunda nihayet Yasemin küçük bir turna yakalamayı başardı. Küçük de olsa ilk turna moralimizi düzeltti. İlk balığın Yasemin’in oltasına atlaması ise benim için ayrı bir mutluluktu. İlk balıktan sonra da uzun süre balık alamadık. Bir ay önceki balık bolluğundan eser yoktu. Çeşitli silikon kurtlar ve sahte balıklarla denememize rağmen 3 saat içinde 5 tane küçük turna alabildim. Yasemin ise avın başında yakaladığı ilk turnadan sonra oltasına vuran 2 turnayı da dışarı almayı başaramadı. Oltalarımıza vuran turnaların hepsi küçük olduğu için fotoğrafladıktan sonra zaten salıveriyorduk ama şayet büyük bir turna yakalayabilirsek Yasemin’in balık sözü verdiği komşusu Ayşe Teyze’ye götürmeyi planlıyorduk.

Av benim için gayet keyifli geçiyordu. Balık az da olsa böyle güzel bir doğada avlanmak benim için her zaman keyiflidir. Tek korkum Yasemin’in sıkılıp balıktan soğumasıydı. Bu yüzden kendimden çok onun büyük bir turna yakalamasını istiyordum. Benim korkumun aksine Yasemin hiç sıkılmışa benzemiyordu. Balık yakalayamasa da gayet neşeli bir şekilde at-çek yapmaya devam ediyordu. Yan yana olta attığımız bir ara Yasemin’in oltasına sağlam bir balık yapıştı. Yasemin’in “yakaladım” diye haykırdığını duyduğum anda suyun dışına hatrı sayılır büyüklükte bir turna fırladı. O an içimi bir mutluluk ve heyecan sardı. Yasemin’in oltasının ucundaki turnayı kaçırmadan dışarı almalıydık. Ne kadar doğru yaptım bilmiyorum ama işi garantiye almak için oltayı Yasemin’den alıp mücadeleye başladım. Balığı zorlanmadan kıyıya yanaştırdıktan sonra ayakkabılarımın ıslanması pahasına su kenarına inip balığı elimle dışarı aldım. O anki mutluluğumu tarif bile edemiyordum. Daha önce çok sefer bunun gibi ve daha büyük turnalar yakalamıştım ama bu balığın değeri ayrıydı. Bu balık Yasemin’in trofesiydi. Hayat arkadaşım da bir trofeci olmuştu artık. Gelecekte beraber yaptığımız avlarda da trofe balıklar yakalamaya devam edecekti belki de. Tıpkı bugünkü gibi benim boş döndüğüm günlerde onun yakaladığı balıklarla mutlu olacaktık. Bir ömrü paylaşmanın daha güzel bir yolu olabilir mi?

Yasemin’in yakaladığı yaklaşık 65 cm ve 2 kg’lık turnayla birbirinden güzel fotoğraflar çektirdikten sonra ava devam ettik. Keyfimiz yerine gelmişti. O saatten sonra balık yakalamışım ya da yakalamamışım hiç önemi yoktu. En fazla yarım saat daha olta atıp avı sonlandıracaktık. Hoş bir muhabbet eşliğinde at-çeke devam ederken Yasemin’in oltası ağırlaştı. O “oltam yosuna takıldı” dese de ben misinasının suyun içindeki hareketinden balık yakalamış olduğunu anlayıp sakince çekmesini söyledim. Yasemin “bu balık da büyük galiba” dediğinde balığı görene kadar inanmamıştım. 10 m kadar önümüzde yüzeye çıkan balık Yasemin’in son yakaladığı turnadan biraz küçüktü. Bu defa müdahale etmeden balıkla mücadeleyi Yasemin’e bıraktım. Yasemin’in ustaca kıyıya getirdiği balığı elimle yakalayarak dışarı aldım.

İkimizde yeniden çocuklar gibi mutlu olduk. Son balıktan sonra bir kaç atış daha yapıp avı sonlandırdık. Yasemin’in peş peşe yakaladığı günün en büyük 2 turnası avın keyfine keyif katmıştı. Bu turnalar sayesinde Yasemin Ayşe Teyze’ye verdiği sözü de tutmuş oldu. Ben Çanakkale’den döndükten sonraki gün Ayşe Teyze’nin oğlu ve geliniyle birlikte güzel bir ziyafet çekmişler. Bu yazıyı kaleme aldığım şu günlerde tatlı bir telaş içerisindeyim. Yasemin’le bir ömür boyu ayrılmamak üzere hayatlarımızı birleştirmemize bir kaç gün kaldı. Mutlu bir evliliğin, karı koca ilişkisinin yanında eşlerin bir birleriyle arkadaş olmasından geçtiğine inanmışımdır hep. Şükürler olsun ki hayat arkadaşımı buldum. Darısı tüm bekar dostlarımın başına…

Turnalı, Levrekli Bir Gün…

Nihayet beklenen haber geldi. Mart başından beri ara ara denediğim halde sonuç alamadığım için bir hafta öncesinde denemeyi bıraktığım bahar levreği furyası benim meramdaki ilk avını vermişti. Haberi alır almaz içimi bir heyecan dalgası sardı. Geçtiğimiz bahar mevsiminde geçici olarak şehir dışında görevli olduğumdan furyayı kaçırmıştım. Bu sene de 3 ay sürecek olan İstanbul görevimin başlamasına 10 gün kaldığı için Samsun’dan ayrılmadan önce keyifli bir levrek avı yapmayı umuyordum. Bir gece öncesinde merada levrek yakalandığı haberi beni öyle heyecanlandırmıştı ki tüm konsantrasyonumu levreğe vermek için arkadaşlarla önceden planladığım turna avı organizasyonunu iptal etmeyi bile düşünmüştüm. Fakat bu düşüncemden çabuk sıyrıldım. Cumartesi sabahı 04:30’da arkadaşlarımla buluşup 40 km mesafede bulunan daha önce hiç avlanmadığım bir merada öğlene kadar turnaya denedikten sonra eve dönüp levrek için takım hazırlayacak, ardından avda kullanmak üzere teke yakalayacak ve akşam hava kararmadan levrek avına başlayıp gece yarısına kadar levreğe deneyecektim. Balık peşinde uzun ve yorucu bir gün geçirecek olsam da hafta sonu yapacak daha keyifli bir işim yoktu.

Sabah kararlaştırdığımız saatte buluşup turna meramıza vardık. Avlanacağımız mera eski kum ocaklarına yağmur sularının birikmesiyle oluşmuş bir göletti. Sazların arasında kalmış bu ufacık göleti görür görmez içimi bir huzur kapladı. İyi ki gelmişim dedim içimden. Sabahın sessizliği içinde 4 arkadaş dağılıp kamışlarımızın ucuna taktığımız çeşitli sahte yemlerle at-çek yapmaya başladık. Çok geçmeden ilk balık bana geldi. 40 cm olan yasal limitin biraz altındaki bu balık kesinlikle hayatımda yakaladığım en yakışıklı turnaydı. Göletin su şartlarından mı, bitkilerle kaplı dip tabiatından mı bilmem ama balığın renk ve desenleri daha önce yakaladığım turnalardan çok farklıydı. Doğa harikası bu küçük ve hassas göletten yakaladığım balıkları boyuna bakmaksızın salmalıydım. Yakaladığım ilk balığın yemi ölümcül şekilde yutmadığına şükredip çabucak bir kaç fotoğraf çektirdikten sonra incitmeden suya saldım.

 Öğlene kadar göletin çevresini olta atarak dolandık. Tahmin ettiğim gibi çok hassas bir ekosisteme sahip olan göletteki turna popülasyonu az miktarda ve genç balıklardan ibaretti. 4 kişi toplam 9 balık yakalayabildik. Benim oltama vuran 4 balıktan 2 tanesi dışındaki tüm balıklar limit altıydı. Balıkların tamamını geri salmayı istediysek de bir tanesi geri salınamayacak kadar yaralı olduğu için alıkoymak zorunda kaldık. Biz balıkları geri salarken şaşkın gözlerle bizi izleyen diğer amatör balıkçılara da umarım örnek olmuşuzdur. Trofe balık yakalayamasak da muhteşem renklere sahip genç turnalarla birbirinden güzel fotoğraflar çektirme şansı bulduğumuz avdan mutlu bir şekilde döndük.

Öğle saatlerine doğru sonlandırdığımız turna avından döner dönmez yemek yeyip biraz dinlendikten sonra akşamki avın hazırlıklarına başladım. Yerine göre değişmekle birlikte Karadeniz’de bahar levreği biraz nazlıdır. Sahte balığa sonbahardaki kadar iştahlı saldırmaz. Bu dönemde levreğe denerken benim favori yemim iri ve canlı tekedir. Rıhtım ve iskele ayakları gibi nispeten derin yerler dışında canlı tekeyle avlanırken genellikle şamandıralı takım kullanmayı tercih ederim. Eğer uzun atışlar yapmam gerekiyorsa şamandıra seçimim ağır top şamandıralardan yana olur. O gün deneyeceğim mera da çok sığ olduğundan top şamandıra altında 1 m’lik 0.24 mm serbest beden ve ucunda tek kancadan ibaret olan bir takım hazırladıktan sonra teke çıkarmak üzere liman içinde bildiğim sığ ve yosunluk bir bölgeye gittim. 1 saatlik uğraş sonucunda yeterince iri teke yakalayıp akşamki avı beklemeye başladım.

Heyecandan akşam olmak bilmedi. Saat 18:00 gibi vardığım merada, bir gece önce levrek alan arkadaşımla beraber iki kişiydik. Havanın kararmasına yaklaşık 1 saat kala oltalarımızı atıp beklemeye koyulduk. Uzun bir süre oltalara dokunan olmadı. Zaten hava kararmadan balık vuracağını pek tahmin etmiyordum. Ara ara yemleri kontrol etmek ve akıntıdan kayan şamandıraların yerini değiştirmek için oltaları çekmemiz dışında hiç bir hareket yoktu. Levrek avının sabır işi olduğunu bildiğimiz için sabırla bekledik. Saat bir gece önceki levreğin yakalandığı vakti gösterdiğinde dikkatimizi toplayıp ava biraz daha konsantre olduk. Ben oltamı çekip yemimi kontrol ettikten sonra tekrar salladım. Şamandıralarımızın üzerinde fosfor bulunmadığı için oltalar elimizde pür dikkat bekliyorduk. Nihayet arkadaşım ilk vuruşu aldı. Sağlam bir tasma vurup mücadeleye başladığını görünce oltayı bırakıp elime aldığım kepçeyle beklemeye başladım. Kesik kesik kaloma almasına bakılırsa 1 kg civarı bir balıktı. Elimde kepçe, balığı görmeyi beklerken, balıkla mücadele eden arkadaşımın elinde tuttuğu olta birden boşalıverdi. Oltayı çekip kontrol ettiğinde kanca sağlam duruyordu. Balık kancadan kurtulmuştu. Bazen her şeyi doğru yapsak bile balık kaçabiliyor. Bu da balıkçılığın bir cilvesi.

Arkadaşım saatlerce bekledikten sonra oltasına vuran tek levreği kaçırmanın üzüntüsüyle yeni bir yem takıp oltasını salladı. Genelde levrekler sürü halinde dolaştığı için peş peşe oltaya vurma ihtimali yüksektir. Bunu bildiğimiz için her ikimiz de ava daha çok konsantre olduk. Çok geçmeden arkadaşımın oltasına bir balık daha vurdu. Bu sefer de kaçmaması için dua ederek dikkatli bir şekilde kıyıya getirdiği 1 kg civarındaki levreği kepçelemeyi başardık. Arkadaşımı tebrik edip oltamın başına döndüm. Her an oltama bir balık vuracakmış gibi heyecanla bekledim. İkinci balıktan sonra bir süre ikimizin oltalarına da vuran olmadı. Sürünün geçmiş olma ihtimalini düşünerek üzüntü duymaya başladığım sırada kayaların arasına dik bir şekilde sabitlediğim kamışımın ucu eğildi. Yerimden fırlayıp tasmayı taktığımda oltanın ucundaki ağırlığın o tarif edilmez mutluluğunu yaşadım. Adrenalin saniyeler içinde tüm vücuduma yayıldı. Kayaların üzerinde dengemi sağlayıp mücadeleye başladım. Balık oltaya yakalanmanın şokuyla fişekleyip bir miktar kaloma aldı. Sakinleşmesini bekledikten sonra ağır ağır sarmaya başladım. Kah fişekleyip kah dinlenerek 2 dk kadar mücadele veren balık sonunda yorulup usulca kepçenin içine girdi.

Balık henüz canlı ve yüzgeçleri açıkken bir kaç fotoğraf çektirip kafam rahatlamış bir şekilde ava döndüm. Fazlasıyla zevkimi almıştım. O dakikadan sonra başka balık vurmasa da olurdu ama oltayı atar atmaz bir balık daha yapıştı. Birinci balığın heyecanı geçmeden yeni bir heyecan dalgası sardı vücudumu. Bu defa daha sakin bir şekilde tadını çıkara çıkara mücadele ettim. Balık kaçsa bile üzülmeyecek kadar kafam rahattı. Aslına bakarsanız sağlam ağız yapısı ve sakin karakterinden dolayı levreğin kancadan kurtulma ihtimali çok düşüktür. Doğru kanca seçimiyle bu ihtimal çok daha aşağılara çekilebilir. Nitekim çok güvendiğim kancam beni utandırmadı. İlk yakaladığım balıkla hemen hemen aynı boydaki ikinci balığı da kepçelemeyi başardım. Gece karanlığında saatlerce sabırla beklememin mükafatını almış, güzel bir sezon açılışı yapmıştım. Oltamı, iri ve canlı yeni bir tekeyle yemleyip balıkları aldığım noktaya salladıktan sonra yakaladığım balıklarla fotoğraf çektirme işine koyuldum. İki elimde alt çenelerinden tuttuğum birer levrek ile gülümsüyordum fotoğraf makinesine.

Güneşin doğuşuna sazların arasında gizlenmiş cennet bahçesini andıran ufacık bir gölet kıyısında, batışına ise ciğerlerimi iyot kokusuyla doldurduğum en sakin ruh haline bürünmüş Karadeniz kıyısında şahit oldum. Omzumda sırt çantam ellerimde kova, olta ve kepçeyle karanlık kıyıdan yürürken sahip olduğumuz bu güzellikleri görebildiğim için Allah’a bir kez daha şükrettim.