Aylık arşivler: Ocak 2014

Geçmiş Avlardan: İlk Levrek

Son dönemde işlerimin yoğunluğundan ve adam akıllı balığa çıkamamamdan dolayı hazırdan yiyorum. İşler rayına oturup, bana hem balığa çıkacak, hem de yazı yazacak zaman kalana kadar bir süre daha konserveleri açmaya devam edeceğim. Bugün de yine dört sene öncesinden bir yazıyı ısıtıp servis ediyorum. Umarım keyif alırsınız.

Her işte bir hayır vardır derler…
Sahte balığım daha ilk atışımda baş üstünden kıyıya tonozlamış teknenin halatına takıldığında içimden bir ses bunu diyordu. Gecenin 3’ünde eve girmiş, vaktinde uyanamama korkusuyla uyumamış, saat 5 civarında hava henüz aydınlanmadan her zamanki avlağımda yerimi almıştım. 
“Bu sayede belki başka avlağa gider, orada balığı bulurum” diye düşündüm. Ama önce zifiri karanlıkta denize girip oltamı takılı olduğu yerden kurtarmam gerekiyordu. Ne kadar gece denize girmekten korkmasam da, etrafta in cin top oynarken, kapkaranlık suya girme fikri çok hoşuma gitmiyordu. Hava aydınlanana kadar burada öylece bekleyecek halim de yoktu. Kaderime razı olup göğüs hizama kadar gelen suya girdim ve oltamı kurtardım. Hazır suya girmişken olduğum yerden birkaç atış yapmaya karar verdim. Açığa yaptığım ikinci veya üçüncü atışta balık sert kafa darbeleriyle oltanın ucundaydı. Sakin ve sorunsuzca balığı kendime yaklaştırdım. Ancak tam balığı alacağım derken bedenin sonundaki klips kamışın uç halkasına takıldı. Suda olduğum için balığı elimle almak durumundaydım ama balık oltanın bedeninden faydalanarak bana yaklaşmıyordu. En sonunda balığı bu şekilde alamayacağımı anladım. Oltayı suya batırdım, bedene eriştim, balığı kafasını sudan çıkartmamaya özen göstererek kendime çekip yakaladım. 
Onunla ilk tanışmamız, çiftlik balığı olarak tezgahlarda yerini almasından öncesine dayanıyordu. Büyüdüğüm, balıkçılığı öğrendiğim sahil kasabasının balıkçı tezgahlarında nadiren görünürdü. Ama göründüğünde tezgahtaki palamutlar, lüferler tüm ihtişamını kaybeder, yanında adeta bir istavrit gibi sönük kalırlardı. Bahsettiğim balıklar en ufağı 8-9 kilo olan Karadeniz levrekleriydi. Ama bu balıklar senede sayılı defa tezgahta boy gösterir, bunun dışında trofe boyutlarda olmayan levreklere rastlamak mümkün olmazdı. Yakaladığım onca lüfer, palamut arasında bir gün o levreklerden birini denk getirmek en büyük hayalimdi. Kıyı yollu sırtı çekerken gelen her vuruşta içimde bir umut doğar, gelenin lüfer veya palamut olduğunu gördükten sonra içimdeki umut, buruk bir mutluluğa dönüşürdü. Onca sene ne yaptıysam ne ettiysem olmadı, Karadeniz’den levrek çıkarmayı başaramadım. 
Elimde tuttuğum balık çocukluğumda balıkçı tezgahlarında gördüğüm ebatta olmasa da, onca senelik hayalimin sonucuydu. Aynı avlaktaki ısrarlarım sonucu belki de umudumun en az olduğu, beklentimin en düşük olduğu zamanda çıkagelmişti. Orada olduğunu en başından beri hissediyordum, denedim, sabrettim ve aldım. 
Balığı karaya bıraktıktan sonra at çeklere devam ettim. Birkaç atış sonrasında balık yine oltanın üstündeydi. Biraz mücadeleden sonra kendini iğneden kurtardı ve uzaklaştı. Hedefime çoktan ulaştığımdan en ufak bir üzüntü hissetmedim. Güneş artık etrafı aydınlatmaya başlamıştı. At çeki bırakıp yemli oltaya döndüm. Ne de olsa gelirken aklımda iri çupralar vardı. Denizden madya topladım. Bu mevsimde kıyılarda harami balıklar çok olacağı için madya, kalamar gibi dayanıklı yemler kullanmakta fayda vardır. Ancak benim iğnelere taktığım madyalar saniyeler içinde oltadan süpürülüyordu. Geçen sene başıma bela olan ufak balıklar bu sene işin dozunu kaçırmışlardı. Güneşin de iyiden iyiye yakmaya başlamasıyla avı bitirdim. 
Güzeller güzeli bir yavru lahoz…
İlerleyen günlerde at-çek ve yemli avlarıma devam ettim. 3. günün sabahı, yine güneş doğmadan yaptığım denemelerde oltama iki minik ahtapot misafir oldu. İkisini de incitmeden evlerine gönderdim. Yemli avlarda ise hüsrana uğradım. Kaydadeğer hiç balık alamadım.
Son günümde rüzgarın biraz azalmasını fırsat bilerek denize çıktım. Buna rağmen dalgadan dolayı koyun dışına çıkabilmek mümkün olmadı. Ben de koyun içinde yemli olta ile avlandım. Kullandığım mamunlar çok bayat olduğu için verimli bir av yapmak mümkün olmadı. Tek tük çektiğim karagözlerin arasında oltam bir ara dibe takılır gibi oldu. Oltayı biraz zorlayınca dipten kurtardım, ancak oltadaki ağırlık devam ediyordu. Gelenin ahtapot olduğu belliydi. Kısa bir mücadelenin sonunda ahtapotu küpeşteden kepçeledim. Bir ara gözümde ahtapot ızgarası canlansa da, bu güzel canlıya kıyamayıp denize iade ettim.
İlk günkü avın bana denizin hoşgeldin hediyesi olduğunu biliyordum. Daha önceki gelişlerimde de hep güzel balıkları geldiğim akşamın hemen ertesi sabahı almış, sonraki günlerde ise çabalarım sonuç vermemişti. Nitekim bu sefer de ilerleyen günlerde hayalini kurduğum avların hiçbirini gerçekleştiremedim. Canlı yem ile uzun olta planım dinmek bilmeyen sert poyraz nedeniyle, kıyıdan gerçekleştirmeyi düşündüğüm çupra ve melanur avlarını ise balığın merada bulunmaması sebebiyle yapamadım. Halbuki hiçbir şey avlayamasam bile geçen sene iskeleden yaptığım melanur avlarını garanti görüyor, sadece bu av için tatili dört gözle bekliyordum. Balık olmamasının yanı sıra iskelede balık tutmanın da yasaklandığını öğrendim. Yasağın sebebini bir belediye görevlisine sorduğumda olta atma bahanesiyle iskeleye gelenlerin iskeleyi ve denizi pislettiğini söyledi. Kendisine neden balık tutmayı yasaklamak yerine, etrafa ve denize çöp atmayı yasaklamadınız diye sordum. İşin bu yanı pek düşünülmemiş olacak ki, yine aynı cevapla karşı karşıya kaldım. Tatmin edici bir cevap almanın mümkün olmadığını görüp konuyu uzatmadım. Ancak maalesef belediyenin haklı olduğu bir nokta var ki, o da sadece Bodrum’da değil, Türkiye’nin hemen her yerinde birçok balıkçının arkalarında birçok çöp, yem ve artık olta malzemesini bırakarak gittiği gerçeği. Balıkçıyım diyenin her şeyden önce doğaya saygılı olması, canlılara zarar verebilen ve çevrenin görüntüsünü bozacak her türlü davranıştan kaçınması gerekir.

LRF – Gece Güzelleri

LRF bir bakıma sahte yemler kullanarak en küçük ve ağır hareketli balık türlerini bile kandırabilme sanatıdır. Söz konusu küçük ve ağır hareketli balıklar olunca onca sahte yem çeşidinin arasında minyatür boydaki silikon kurtlar öne çıkıyor. Artık ülkemizde de hemen hemen her av bayiinde bulabildiğimiz silikon kurt çeşitleriyle keyifli avlar yapmak çok kolay. Bu yöntemle avlanabilecek tür sayısının fazlalığı diğer yöntemlerde karşılaşılan mera bulma sorununu da ortadan kaldırıyor. Kayalık bir sahil, küçük bir iskele, şirin bir balıkçı barınağı ya da büyük gemilerin bağlandığı bir liman rıhtımı LRF yöntemiyle keyifli avlar yapmak için ideal yerlerdir.

Spin yönteminde trofe olarak kabul gören levrekleri yakalamak için çoğu zaman yaşadığımız yerden yüzlerce kilometre öteye gitmemiz gerekir. LRF yönteminin en gözde balıklarından olan iskorpit ve kaya balıkları ise her yerdedir. Bu balıkları kandırmak için minik bir silikon kurdu uygun boyutlu bir jig head yardımıyla deniz tabanının hemen üzerinde gezdirmek yeterlidir. Dikkat etmemiz gereken tek şey hedef balığın ağız genişliği ve beslenme alışkanlıklarına göre seçtiğimiz silikon kurdun bu kurdu ileri atmak ve yüzdürmek için kullandığımız jig head ile uyumlu olması ve doğal gözükmesidir. Sırf atış mesafesini arttırmak için aşırı büyük kurşun ve kancalı jig headler ( benim tercihim 2.5 g’a kadar olan jig headler ) kullanmak yanlıştır. Atış mesafesini arttırmak için uygun atarlı bir kamış ve gayet ince misinalar (0.20 mm ve aşağısı) kullanmak daha doğru olur.

Gerçek bir LRF takımıyla yakalanan orta boy bir iskorpit ya da kaya balığının mücadelesi diğer yöntemlerle yakalanan trofe balıkların mücadelesine denktir. Dipte yaşayan eşsiz güzellikteki bu balıkları renkli silikon kurtlarla kandırmanın zevki ise bambaşkadır. Özellikle gece daha aktif olan iskorpit ve iri kaya balıklarını kandırmak için dip tabiatı kayalık veya kırmalık olan meralarda bir kaç metre ileri salladığımız silikon kurtlarımız dibe indikten sonra dipten çok yukarı kaldırmadan ağır ağır çekmek ve arada kamışın ucuyla kısa sert zıplatma hareketleri yaptırmak yeterlidir. İskele ve rıhtım gibi yerlerde avlanırken dipten 1 karış yukarı kaldırdığımız kurdumuzu hafifçe yukarı aşağı oynatarak yürümek de dipte avını bekleyen bu küçük canavarları kandırmak için etkili bir yöntemdir. Bu şekilde yaptığım LRF avlarının hiç birinden boş dönmedim. Spin avcılığının kısır olduğu dönemlerde tek bir balığın peşinden günlerce koşmaktansa LRF yaparak kısacık zaman dilimlerinde 10-15 balık yakalamak bana çok daha keyifli geliyor. Sıklıkla çok irilerine de denk geldiğim bu güzel balıkları fotoğrafladıktan sonra incitmeden denize iade ediyorum. Denemek isteyen varsa baştan uyarımı yapayım. Bu yöntem bağımlılık yapıyor.

Neye Niyet Neye Kısmet – 4

Karadeniz ve Marmara’da kıyıdan atıp çektiğimiz bir kaşığa vurabilecek avcı balık sayısı çok sınırlıdır. Lüfer, levrek, kıyıya inmiş bir palamut, iştahlı bir zargana, azman istavrit, çok istisnai olmak üzere de kırlangıç, kalkan veyahut iri bir eşkina… Ege ve Akdeniz’de atıp çektiğimiz bir kaşığa ise envai çeşit balık vurma ihtimali vardır. Saymaya başladığınızı duyar gibiyim. Boşuna uğraşmayın, Kızıl deniz göçmeni türleri de ilave edersek hiçbirimiz işin altından kalkamayız. Ben de yazının başında yazmaya niyetlenip sonrasında vazgeçtim. Zira sadece bu türler bile başlı başına bir kitap olur. Zaten kırk yıl düşünsek de 2010 Aralığında Antalya’da yakaladığım balık aklımıza gelmezdi. 
2010 Kasım başından 2011 Haziran başına kadar Antalya’da yaşadığım süre içerisinde iş yoğunluğum bugünküne göre çok daha düşüktü. Ömrümde ilk defa yaşayıp avlanma fırsatı bulduğum bu güzel Akdeniz şehrinde hava müsaade ettiği sürece hemen hemen her gün olta attım. 16 Aralık öğleden sonrası da liman içindeki kumluk bir meradan 20 g’lık ince uzun yapılı bir kaşıkla at-çeke başlamıştım. İlk yarım saat hiç bir takip ya da vuruş almadan atıp çektim. Sıkılıp yer değiştirmek üzereyken kaşığım 15 m önümde dipteki bir engele takıldı. Oltayı takıldığı yerden kurtarmak için asılınca oltanın ucundaki şeyin hareket ettiğini fark ettim. Tam emin olmak için kamışın ucunu yakarı kaldırıp balığın kafa darbelerini hissetmeye çalışırken kamışımın ucu öyle bir eğildi ki neredeyse olta elimden fırlayacaktı. Yine bir adrenalin patlaması yaşadım. Mücadele başlamıştı. Oltanın ucundaki ne olduğunu bilmediğim balık o  kadar kuvvetliydi ki durdurmama imkan yoktu. Makinemden yavaş ama sürekli olarak misina boşalıyordu. Tuhaf şekilde yavaş ilerliyordu balık. Balık kıyıdan açığa yüzmek yerine kıyıya paralel hareket ettiği için bir yandan balıkla mücadele ederken bir yandan da kayaların üzerinde düşmemeye dikkat ederek balığın peşi sıra ilerliyordum.

Oltanın ucundaki yavaş hareketli devle mücadele ederken aklımdan bir sürü düşünce geçiyordu. Neydi acaba oltanın ucundaki? Keler gibi kumluk meralarda yaşayan bir köpek balığı mıydı, yoksa mücadelesini bilmediğim Akdeniz’e özgü bir trofe miydi? Öğrenebilmemin tek yolu balığı görmekti ama balık kolay kolay yorulacağa benzemiyordu. Mücadeleye başlayalı 20 dakika olduğu halde balığı görememiştim. Daha fazla sabredemeyip misinayı kopartmayacak şekilde biraz asılmaya karar verdim. İçi su dolu koca bir çuval gibi ağır olan balığı zorlana zorlana kıyıya yaklaştırmayı başardığımda gördüğüm balık karşısında biraz hayal kırıklığı yaşadım. Oltanın ucundaki balık devasa bir kazık kuyruktu. Kaşığım şans eseri kanadına takılmıştı. Daha önce hiç canlısını görmesem de kuyruğunun üstünde 2 adet zehirli dikeni olan bu vatoz türünü tanıyordum. 1.5 m’ye yakın kanat açıklığıyla uçan halıyı andıran bu balığı suyun dışına nasıl alacağımı düşünmeye başladım. Balığı görmesine görmüştüm ama henüz yorulmamıştı. Bütün kuvvetiyle kanatlarını çırparak tekrar kıyıdan uzaklaştı. Balığı görmüş olmanın rahatlığıyla sakince düşünüp bir yöntem buldum. Liman içindeki gemilerin kancalı gönderleri yardımıyla balığı ağzından yakalayarak dışarı alabilirdim. Uygulamada çok zor bir yöntem olsa da 35 dakikalık mücadelenin sonunda balığı dışarı almayı başardım.

Aynı balık bugün oltama vursa bir şekilde oltadan kurtarıp zarar görmeden denize dönmesini sağlardım ama o güne kadar yakaladığım en büyük balıklardan biri olan bu kazık kuyruğu fotoğraflayıp ağırlığını öğrenme isteğim ağır bastığı için alıkoydum. Tartıya sığdırmakta bile zorlandığım 10.5 kg’lık bu kazık kuyruk gibi bir başkasıyla karşılaşmamızın daha sportif olacağı kesin.

Kendo Zero Arise ve LV Minnow Serisi

Seabass minnow 145 ve Haryu serisi maket balıkları ile adını çok duyduğumuz Kendo markasının bu defa Zero arise ve LV minnow serisi modellerini inceleme fırsatı buldum. Nedense bende Kendo maket balıklarının ayrı bir yeri var. Ne zaman bir balıkçı mağazasına gitsem gözümü Kendolardan alıkoyamıyorum. Göz alıcı renkleri ve muhteşem hologramlarıyla büyülüyorlar beni. Bu yaz denediğim Seabass minnow 145 ve Haryu modellerinin aksiyonlarını gördükten ve başarılı avlar yaptıktan sonra vazgeçilmez maket balık markam oldu. Bu kadar ucuz bir maket balık markasının nasıl olup da bu kadar başarılı olabildiğine hayret ediyorum.  

Kendo markasının yeni edindiğim Zero arise 75, 90 ve LV minnow 105 modellerini de suda test etme şansı buldum. Sudaki testler sonuncunda her bir model benden tam not aldı. Tatmin edici boya kaliteleri, atış mesafesine olumlu etki ederken suda ses ve salınım yaptıran bilya sistemleri ve muhteşem aksiyonlarıyla 10 tl’nin altındaki fiyatlarının hakkını fazlasıyla veriyorlar. Seabass minnow 145 modelinde “Owner” kancalar kullanılırken Zero arise ve LV minnow serilerinde “WMC” marka kancalar tercih edilmiş. Her iki modelde kullanılan “WMC” kancalar da çok extra durumlar hariç trofe boydaki balıkları çekebilecek boyut ve sağlamlığa sahip. 

Kendo LV Minnow 110

5.7 g ağırlığındaki Zero arise 90 ve 5.5 g ağırlığındaki Zero arise 75 modelleri ağır kurşunlar ve surf takımlarıyla yapılan at-çek avcılığı için çok ideal olduğu gibi çok hassas LRF takımlarıyla da kullanılabilir. Bu modeller özellikle İstanbul Boğazı çevresinde surf takımları ile at-çek yapan balıkçılar tarafından en çok tercih edilen maket balıkların başında geliyor. Benim gibi akıntısız ve sığ sularda daha hafif takımlarla avlanan balıkçıların küçük boy maket balık arayışına da çözüm olmuşa benziyorlar. Henüz balık sezonunda deneme fırsatı bulamadığım Zero arise ve LV minnow modelleriyle gelecek sezon yakalayacağım balıkların fotoğraflarını paylaşmak için sabırsızlanıyorum.

Kendo Zero Arise 75

Kendo Zero Arise 90

Kendo Zero Arise 90

Geçmiş Avlardan: 29-31 Ekim 2010

28 Ekim öğleden sonrası belki de hayatımın en maceralı yolculuğuna sahne oldu. Saat 17.20’deki Bodrum uçağı için 2’de evden çıkışım, yağmur ve fırtına altında havaalanına giden otobüsü 45 dakika bekleyişim, yoğun trafik yüzünden son saniyede uçağa yetişmem, türbülanstan bildiğim tüm duaları okutan bir uçuş, ve son aşamada bagajımın uçaktan çıkmaması sonucunda havaalanında 1,5 saat boyunca İstanbul’dan gelecek diğer uçağı bekleyişim, insana hayatın anlamını sorgulatan türden olaylar zinciriydi  Bu kadar aksiliğin ardından eve vardığımda ne ertesi günkü avı planlayacak, ne de av için gerekli hazırlıkları yapacak enerjim kalmıştı. Son bir çabayla makinelerdeki naylon misinayı örgü misina (Berkley Fireline Crystal 6 LB) ile değiştirip yastığa kafamı koydum.

Sabah alarmım çaldığında hava henüz aydınlanmamıştı. Dışarıdan rüzgarın uğultusu geliyordu. Sıcacık yorganım önceki günün yorgunluğunu da bana hatırlatarak aklımı çelmeye çalışıyordu. Dışarının durumuna bakılırsa değil olta atmak, ayakta durmak dahi kolay olmayacaktı. Kendimi uzun ikna çabalarımın sonucunda 6.45 gibi yataktan çıkıp hazırlandım. Hiç yoktan bir şansımı deneyip gelecektim. Sahile inip planladığım noktaya vardığımda işimin düşündüğümden de zor olduğunu farkettim. Sahteyi istediğim yere göndermem çok zordu. Birkaç atış denedim, baktım olacak gibi değil, yer değiştirmeye karar verdim. Daha sakin ve daha rahat atış imkanı bulabileceğim iskele tarafına yöneldim. İskeleye vardığımda iskelenin ayaklarının çevresinde kum gibi gümüş balığı sürüleri olduğunu farkettim. Balıkları buraya bir şeylerin sıkıştırmış olduğu belliydi. Açığa yapmış olduğum ilk atışlarımda zargana takipleri aldım. Ardından kıyıya doğru su üstü sahtelerle yaptığım atışlarda sahtenin arkasından bir kaç kez balık patladı. Av zevkli geçiyordu, ancak henüz kıyıya balık çekebilmiş değildim. İyiden iyiye yükselen güneş ümitlerimi azaltmaya başlamıştı. Bir anda arkamda gümüş sürülerinin su üstüne sıçramaya başladıklarını farkettim. Kullandığım su üstü sahteyi değiştirip balığın oynak yaptığı bölgeye paralel bir atış yaptım. Daha 7-8 tur sarmadan ani bir vuruş aldım… balık oltadaydı. Örgünün ucundaki ek bedeni sıradan 0,25 misinadan yapmıştım ve yanımda kepçe yoktu. Balık kuvvetliydi, dikkatli olmam gerekiyordu. Bunun yanı sıra iskele ayakları ve tonoz halatları da balığı sürekli kontrol altında tutmamı gerektiriyordu. Balığın bir yandan misinaya fazla yük bindirmesini engelleyip, diğer yandan ilişkenden uzak tutmam, öte yandan da kepçesiz elimle alabilecek kadar da yormam lazımdı. Balık bu arada sürekli önümden bir o yana, bir bu yana geçiyor ama tam olarak ne olduğunu seçemiyordum. Orta boyun biraz üstü bir levrek olduğunu sandım ilk anda. Sonrasında balık yüzeye yaklaşınca bunun bir akya (çıplak) olduğunu gördüm. Kalamayı açıp balığı gerektiği yerde dizginleyip, 3-4 dakikalık sürede balığı hareketsiz duruma getirecek kadar yordum. İskelenin diğer ucunda balık tutan başka bir arkadaş mücadeleyi görüp oltayı taktığımı zannedip yanıma geldi. Balığı yorduktan sonra oltayı ona teslim edip, iskeleden yarı belime kadar eğilerek balığı tutup çıkardım. Balık çok büyük olmasa dahi geçen sefer tutmuş olduğum akya palazının bir gömlek üstüydü. O kadar hareketliliğin sonrasında o çevre için avın bittiği belliydi, üç beş atış daha yapıp balıkla birlikte evin yolunu tuttum.

Balık çok büyük olmasa dahi geçen sefer tutmuş olduğum akya palazının bir gömlek üstüydü.

İskelenin altındaki gümüş balıklarından arta kalanlar…

Fırtınanın iyice şiddetlenmesi yüzünden o gün tekrar balığa çıkmadım. Ertesi sabah önceki günün morali ve dinlenmişliğiyle bu sefer çok daha rahat kalktım. Evden çıkarken yanıma önceki gün almış olduğum ancak çoktan ölmüş mamunları da kokmasın diye aldım. Rüzgar yine şiddetliydi ama bu sefer iskele çevresindeki gümüş sürülerinden eser yoktu. Hava tamamen aydınlanana kadar her türlü sahtemi denedim ancak sonuç alamadım. Bunun üzerine ben de yemli takımla şansımı denemeye karar verdim. İlk atışımda güzel bir vuruş alıp çekmeye başladım. Oltanın ucunda bir lidaki, bir de dil balığı vardı. Sonraki denemelerimde gelen giden olmadı, ben de yarım saat kadar sonra balıkları denize iade edip eve döndüm.

Oltanın ucunda bir lidaki, bir de dil balığı vardı. Dil balığı oltaya gelir gelmez, lidaki ise av sonunda denie iade edildi.

Dil balığının muhteşem deseni..
Kedi ulaşamadığı balığa mundar der

Öğleden sonra hava biraz durgunlaşınca tekneyle açılmaya karar verdik. Ereğli’den tekneyi getireli aylar olmuş, ancak ev işleri, yaz sıcağı derken tekneyi denize indirmek Ekim ayı başını bulmuştu. Benim için siftah da bugüne kısmetmiş. Koyun dışı hala çok çalkantılı olduğu için koyun içinde kıyıya yakın noktalarda yemli oltayla eğlencelik av yaptık. Yemimiz kokmuş mamundu. Yakaladığımız tüm balıkları (karagözler, minik lahozlar, kupesler vs.) bekletmeden denize iade ettik.

Oltalarımızı arada ziyaret eden minik lahozlar bizi sevindirdi. Balıklar incitmeden denize iade edildi.

Tatilin son günü yine sabahın köründe soluğu sahilde aldım. Daha önceki günler denediğim bölgelerde hareketlilik olmayınca koyun arkasındaki açık denize bakan kısımda şansımı denemeye karar verdim. Uzun bir yürüyüş sonunda kayaların tepesinde yerimi aldım. Rüzgar tamamen kesilmesine rağmen deniz dışarıda hala oldukça dalgalıydı. Durduğum kaya deniz seviyesinden 1 metreden fazla yukarıda olmasına karşın her dalga vurduğunda ıslanıyordum. Bu işin keyifli kısmıydı. Keyifsiz kısmı ise bu dalgada iri bir balık gelmesi durumunda balığı denizden nasıl yukarı çıkarabileceğimi bilmiyordum. Her neyseki endişem yersiz çıktı, 1 saatlik denemem boyunca bir kaç güzel vuruş almama rağmen sahtenin iğnelerini bir türlü balığa geçiremedim  Bunun üzerine tekrar yer değiştirdim. Koyun iç kısmındaki taşlık, çakıllık sahilden olta atmaya başladım. Burada sadece su üstü sahtelerimi kullandım. Rapala XRap Subwalk’a çok güzel bir vuruş almama rağmen o da oltaya yakalanmadı. En son çare olarak bölgede hiç denemediğim Gelibolu sahtesine maharetini göstermesi için şans verdim. Sabah suyundaki tek balığımı da onla yakaladım  Onca büyük balığın yakalanmadığı iğneler, yakalaya yakalaya ufacık bir melanuru yakaladı.  Bunun üzerine şansımı daha fazla zorlamanın anlamı olmadığını görüp avı bıraktım.

Benim için küçük, melanur için büyük bir başarının fotografı: Kendinden 2 kat büyük sahteye yakalanmak…

Son günün öğleden sonrası ailece balığa çıktık. Herkesin balık tutabilmesi için yine yemli avcılık yaptık. Açık denizde henüz meraları, taşları bilmiyoruz, biz de koyun içinde önceki günkü gibi bir av yaptık. Yakaladığımız balıklardan irice 2-3 tanesini yemek için alıkoyup geri kalanını azad ettik.

Avlarım esnasında kullanmış olduğum yapay balıklar:

Soldan sağa: 1- Gelibolu Sahtesi 2- Savage Gear Sandeel 3- Rapala XRap Subwalk 4- Strike Pro (Modelini bilmiyorum.) 5- Rover 98 Taklidi

Herkese iyi avlar…

Yeni El Yapımı Maket Balıklarım

Nihayet beklediğim telefon geldi. Dün sabah Yurtiçi Kargodan gelen telefonla heyecanla beklediğim kargomun şubelerine ulaştığı haberini aldım. Balık malzemesi siparişi verdiğim her zaman böyle heyecanlanıyorum. Sizin de aynı duyguları hissettiğinize eminim. Akşam mesai çıkışı kargomu alıp heyecandan oracıkta paketi açıverdim. Oyuncak saati gelen çocuklar gibi içimi sevinç kapladı. Bu defaki oyuncaklarım çok özeldi. Bunlar maket balık sanatçısı Reha abinin yaptığı el yapımı maket balıklardı. Hepsi birbirinden güzel ve avcı olan bu el yapımı maket balıkların boya ve yüzey kaplaması benim için hala bir sır. Reha abinin meslek sırrı olduğunu tahmin ettiğim için sormak istemedim. Bu sahteler yüzlerce kere kayalara çarpsa da boyalarında en ufak bir dökülme olacağını sanmıyorum. Reha abinin ürettiği maket balıkların bir özelliği de muadillerinden daha ağır olmaları. Bu sayede çok ciddi atış mesafesine sahipler. Bu sabah gün ışığından istifade yeni oyuncaklarımı fotoğraflayıp sizlerle paylaşmak istedim. İçlerinden beğendikleriniz olursa Reha abiye “Fishhunter Adana” facebook ismiyle ulaşabilirsiniz….

Her boydaki avcı balıkları kandırabileceğine inandığım su üstü sahteleri… 

Trofe levrek ve kofanaların hayır diyemeyeceği çok başarılı bir kefal…

Kıyıdan at-çek ile güzel sonuçlar almayı planladığım maket zarganam…

Yeni sezonda lüfere sürütme yapmayı planladığım 2 parçalı zarganam…

Bu da benim ayakkabı kutum 🙂

Kefal Türleri ve Av Teknikleri

Mugilidae familyasından olan kefal balığının denizlerimizde yaşayan yedi türü mevcuttur. Bunlar has kefal (Mugil cephalus, İng: Flathead mullet), pulaterina ya da ince dudaklı kefal (Liza ramada, İng: Thinlipped mullet), sarıkulak ya da altınbaş kefal (Liza aurata, İng: Golden mullet), sivriburun kefal (Mugil saliens, İng: sharpnose mullet), topbaş kefal ya da mavri kefal (Chelon labrosus, İng: Lesser grey mullet), dudaklı kefal (Mugil labeo, İng: Thicklipped mullet) ve rus kefalidir (Mugil soiuy, İng: So-iuy mullet). Dünya genelinde tropikal ve ılıman denizlerin kıyı kesimlerinde yaşayan “Mugilidae” ailesi mensubu yaklaşık 80 kefal türü mevcuttur. 
Kefaller dip tabiatı kum, çamur ve yosunluk olan sığ sularda sürüler halinde yaşar. Nehirlerle denizin birleştiği acı sulara ve denizle bağlantısı olan göllere de girerler. Kefaller 3-4 yaşında yaklaşık 30 cm’ken cinsel olgunluğa ulaşır. Türlerine göre ortalama 60 cm ve 4 kgolabilen kefallerin 100 cmve 8 kgolanlarına da rastlanır. Rapor edilen en büyük kefal 120 cm ve 12 kg ağırlığındadır. 16 yıla kadar uzun bir ömre sahiptirler. Füze şeklinde bir vücut yapısına sahip olan kefallerin kafası vücuduna oranla büyük ve yuvarlak yapıdadır. Çatal şeklinde kuyrukları ve birbirinden ayrık 2 sırt yüzgeçleri vardır. Sırtı siyah ya da koyu gri, karnı ise beyazdır. Gövdesinde kuyruğuna kadar sırtına paralel uzanan 7 adet koyu renkli bant bulunur. Vücudu derisine iyice intibak etmiş çok iri pullarla kaplıdır. Kalın dudaklı küçük bir ağzı ve iri gözleri vardır. Sularımızda yaşayan kefal türleri genel olarak birbirine çok benzemekle birlikte özellikle bazı türler arasında çok belirgin farklar vardır. 
Has kefalin en belirgin özelliği nispeten iri gözlere ve ağza sahip olmasıdır. Ayrıca has kefalin yüzgeçlerinin rengi daha açık, yan yüzgeçleri ise daha oval ve yukarıya dönüktür. Altınbaş ya da halk arasındaki adıyla sarıkulak kefalin adından da anlaşılacağı gibi solungaç kapağının üzerinde küçük sarı bir leke vardır. Mavri kefalin de solungaç kapağında sarı bir leke bulunmasına rağmen altınbaş kefalinki gibi keskin hatları olmayıp daha büyük ve soluk renklidir. Mavri kefali sarıkulak kefalden ayıran bir diğer özellikse mavri kefalin daha kalın bir vücuda sahip olmasıdır. Pulaterina da altınbaş kefale çok benzemekle beraber vücudu daha basıktır. Ayırt etmesi en kolay olan kefal türüyse rus kefalidir. Gözleri tamamen sarı, kuyruğu küt ve rengi açıktır. Pulları sırt kısmına doğru baklava deseni oluşturur. Uzak doğu kökenli olan rus kefali Karadeniz’e ilk kez üretim amacıyla 1968 yılında Rus bilim adamları tarafından getirildikten sonra Karadeniz’e adapte olarak doğal bir popülasyon oluşturmuştur. Rus kefali adı da buradan gelmektedir. Rus kefali sularımızda yaşayan diğer kefal türlerine nazaran daha fazla büyüyebilmektedir. 
Yetişkin kefaller birbirine yakın boylardaki bireylerin oluşturduğu sürüler halinde 0-10 m arasındaki kıyılarda yaşar. Emici dudakları sayesinde, dipteki kum, çamur ve tortuları karıştırarak beslenirler. Ağızlarına aldıkları kumu solungaç yarıkları arasında süzüp yararlı besinleri ayırdıktan sonra geri tükürerek deniz tabanında ilerlerler. Başlıca besinleri bitkiler, algler ve kurt gibi küçük canlılardır. Nehir ve derelerin denizlerle birleştiği acı sular besin bakımından zengin olduğu için kefallerin yoğun olarak bulunduğu yerlerdir. Liman içleri, rıhtım duvarları, iskele bacakları, kayalık ve kumluk sahiller, kefalleri sürüler halinde beslenirken görebileceğimiz yerlerdir. Özellikle sabah saatlerinde denizin durgun olduğu yerlerde su üstünde hareketsiz yatan has kefalleri görmek mümkündür. Oldukça iri kafaları ve yukarı dönük yanal yüzgeçleri sayesinde has kefalleri ayırt etmek çok kolaydır. Has kefaller peş peşe suyun dışına fırlayarak yan bir şekilde suya düşmeleriyle de ünlüdür. Bu hareketi derilerine yapışan parazitlerden kurtulmak için yaptıkları düşünülmektedir. 
3-4 yaşında cinsel olgunluğa ulaşan kefaller yumurtlamak için uzun göçler yaparak bir araya toplanır. Çiftleşme esnasında her dişi 0.8-2.6 milyon arasında yumurta bırakır. Erkekler tarafından döllenen yumurtalar çatlayarak suda sürüklenen çok küçük larvalara dönüşür. 2-3 ay sonra sürüklenen larvaların binde birinden az bir kısmı hayatta kalarak çok sığ kıyılara ulaşır. Hayatta kalan yavruların ise yüzde birinden az bir kısmı 3-4 yaşında yetişkin bireyler haline gelir. Yetişkin olmayan kefal yavrusuna ilarya denir. İlaryaların levrek, barakuda, kofana gibi bir çok düşmanı vardır. Yetişkin kefallerin düşmanı ise akya, çıplak, orkinos gibi büyük balıklar ve yunuslardır. 
Kefaller denizlerimizin en güzel balıklarındandır. Çok sığ kıyılarda bile salına, salına yüzmelerini seyretmek ayrı bir keyiftir. Çok zeki ve ürkek bir balık olan kefalin avı bir çok balıkçıya zor görünse de aslında birkaç püf noktası bilindikten sonra çok kolaydır. Kefal avı istisnai durumlar dışında kıyıdan ve çoğu zaman balığı görerek yapılır. Kullanılan başlıca olta takımları şeytan oltası, şamandıralı takım, kıbrıs oltası ve çarpmadır. Yapı itibariyle ürkek bir balık olan kefal misinayı fark ettiği taktirde tedirgin olarak uzaklaşır. Çoğu zaman yemin etrafında bir süre dolaşır, yeme burnunun ucuyla değecek kadar yaklaşır ama dokunmadan tekrar döner. Ya da ağzına aldığı yemi dudaklarının arasında uzun süre emdikten sonra yutmadan geri bırakır. 
Bir çok amatör balıkçının yaptığı en büyük hata yanlış misina seçimidir. Şeytan oltası ya da şamandıralı takımla yapılan kefal avında başarılı olmak için ince ve görünmez misinalar kullanmak şarttır. Örneğin ağırlıkları 300 g’a kadar olan ilaryaların avında 0.18 mm ve daha altında misina kullanılmalıdır. Çok daha ince misinalar kullanıldığı taktirde yakalanan balıklar sudan kepçe yardımıyla alınmalıdır. Daha büyük kefallerin avında ise 0.20 mm’lik misinalar yeterli olacaktır. Şeytan oltası ve şamandıralı takımla yapılan kefal avlarında av sahasının av esnasında yemlenmesi çok önemlidir. Normal şartlarda kumu, rıhtım duvarlarını ya da iskele bacaklarını eşelerken gözlemlediğimiz kefaller önlerine indirdiğimiz yeme rağbet etmeyebilir. Kefallerin yeme ilgi göstermesini sağlamak için bölge bir süre avda kullanılacak yemle yemlenmelidir. Böylelikle kefaller etrafa saçılan yemlerin kokusu ve görüntüsüyle beslenmeye güdülenmiş olur. 
Kefal avında kullanılan yemlerin başında ekmek içi gelse de çeşitli deniz kurtları, derisi soyulmuş yumuşak balık eti ya da karides içi de kullanılabilir. Kefal avı balığın beslenme alışkanlıklarına ve bölgenin yapısına göre çok fazla farklılık gösterdiği için av yöntemlerini de değişen şartlara göre ayrı, ayrı incelemek gerekir. Örneğin av sahasını ekmekle yemlediğimizde kefaller dibe dökülen ekmek parçalarını yediği halde suyun üstünde kalan ekmekleri yemek için yüzeye çıkmıyorsa kullanılması gerek olta takımı şeytan oltasıdır. Şeytan oltasıyla kefal avında kullanılan kanca seçimi de çok önemlidir. Özellikle ufak boy kefallerin avında çok küçük sinek kancalar tercih edilmelidir. Kefalin ağzı cüssesine oranla çok küçüktür. Yemleri de çok ufak parçalar halinde emerek yediği için büyük kanca ve yem kullanmak avın verimini düşürecek, hatta hiç balık yakalayamamamıza sebep olacaktır. Daha büyük kefallerin avında da çok büyük kancalar kullanmaktan kaçınılmalı fakat bu defa kancaların sağlam olmasına dikkat edilmelidir. Aksi taktirde büyük boydaki kefaller sağlam olmayan kancaları kolaylıkla açarak oltadan kurtulabilir. 
Şeytan oltasıyla avlanırken doğru misina ve kanca seçimi kadar ekmek içinin kancaya doğru şekilde takılması da önemlidir. Daha önce de bahsettiğim gibi kefal yemi emerek yediği için yemin yumuşak olması şarttır. Eğer yem sertse kefal yemi dudaklarının arasında defalarca emip geri bırakacak, asla yutmayacaktır. Çoğu amatör balıkçı ekmek içini kancaya doğru şekilde takmadığı için kefalin yemi yutmasını sağlayamamakta ve bu nedenle kıbrıs, çarpma gibi farklı yöntemlere başvurmaktadır. Ekmek içini kancaya takarken sıkarak hamur yaparsak çok sert olacağından kefal yemi yutmaz. Genelde amatör balıkçılar bunu yemin daha sağlam olması ve kancadan düşmemesi için yaparlar. Halbuki şeytan oltası ağırlıksız olduğu için misina çekilmediği taktirde ağır, ağır batan yemin kancadan düşmesi çok zordur. Ekmek içi kancaya takılırken sadece bir kere baş ve işaret parmağı arasında ezilerek hafifçe sıkılmalıdır. Hafifçe sıkılan ekmek içi suyla temas ettiği anda şişerek kefalin kolaylıkla yutabileceği yumuşacık bir hal alır. Yem ağır, ağır dibe batarken misina sertçe çekilecek olursa zaten yumuşak olan yem kolaylıkla kancadan düşer. Yemin ani bir şekilde hareket ettirilmesi ürkek bir balık olan kefali de kaçıracağından yemin serbest batışına müdahale edilmemelidir. Beslenmeye güdülenmiş kefal ince ve görünmez misinanın ucunda, ağır, ağır batan ufak ve yumuşak yeme tereddütsüz atlayarak kolaylıkla yutar. Av balığı görerek yapılıyorsa, balıkçı gözünü yemden ayırmamalı ve balık yemi yuttuğu anda tasmalamalıdır. Balık ve yemin görülmediği durumlarda ise kefalin hafif dokunuşlarını hissetmek için balıkçı çok dikkatli bir şekilde beklemelidir. 

Kefal avında kullanılan diğer bir yöntem ise şamandıralı takımla yapılan av şeklidir. Bu yöntem genellikle kefalin su yüzeyine yakın beslendiği durumlarda kullanılır. Özellikle çok derin olmayan meralarda kefaller su üstünden beslenmeye daha yatkındır. Yemlemek için attığımız, su üstünde kalan ekmek kabuklarını yemek için su yüzeyine çıkarlar. Çoğu zaman küçük bir ekmek parçasına onlarca kefal aynı anda saldırır. Bu esnada suyun dışına su sıçrattıkları için amatör balıkçı tarafından kolaylıkla fark edilirler. Böyle bir durumda şamandıralı takım kefallerin yoğun olarak beslendikleri ekmeğin yakınına atılacak olursa, takımın ucundaki yem de su üstündeki ekmekten dökülen parçalar gibi algılanacağından kefaller tereddütsüz olarak yeme saldıracaktır. Bu tarz bir avda kullanılacak şamandıralı takımı oluşturan misina ve kancalar da şeytan oltasında olduğu gibidir. Yemle şamandıra arasındaki mesafe 30-50 cm’i geçmeyeceği için stoperli şamandıra kullanmaya gerek yoktur. Amatör balıkçı isterse şamandıranın altına ikinci bir köstek ve ufak bir kıstırma kurşun da ilave edebilir. Şamandıralı takım sadece kefallerin yüzeyden beslendiği sırada kullanılmaz. Suyun durgun ve bulanık olduğu, kefallerin gözle görülemediği ve nehir ağızları gibi sazlık bölgelerde de şamandıralı takım tercih edilebilir. Balık biraz derindeyse stoperli şamandıra kullanmakta fayda vardır. Kullanılan şamandıranın küçük olması, kefalin hassas vuruşlarını hissetmek açısından önemlidir. Bu takımda da yem olarak ekmek içi, yumuşak hamur, çeşitli deniz kurtları ve balık eti kullanılabilir. 
Kefal avında kullanılan yöntemler arasında belki de en yaygın olanı kıbrıs oltasıdır. Kıbrıs oltası bir beden üzerine peş peşe dizilmiş olan 10-15 adet kancanın büyük bir ekmek parçasının üzerine sarılacak şekilde hazırlanmasıyla oluşan olta takımıdır. Bu av yöntemi kefallerin büyük ekmek parçalarına toplu halde saldırma alışkanlıkları düşünülerek geliştirilmiştir. Kıbrıs oltasında yem su üstünde ya da dipte duracak şekilde ayarlanabilir. Sıralı kancaların beden tarafında silindirik bir mantar bulunur. Ekmek parçası kabuk kısmı altta kalacak şekilde mantarın üzerine sarıldıktan sonra kancalar da ekmeğin üzerine sıkıca sarılarak son kanca ekmeğin üzerine saplanır. Burada dikkat edilmesi gereken husus kancaların bir biri üzerine gelmemesi ve uçlarının balık yemden ufak parçalar almaya çalışırken kolaylıkla balığın ağzına takılacak şekilde ayarlanmasıdır. Bu yöntemle avlanırken kanca balığın dudağına, yanağına, solungaçlarının alt kısmına ya da gözüne takılabilir. Kıbrıs oltasıyla avlanırken avın verimini arttırmak için takımda kullanılan kancaların yeni ve çok sivri olmasına dikkat edilmelidir. Kıbrıs oltasına kurşun ilave edildiği taktirde, köstek uzunluğunu ayarlanarak yemin dipten istenilen yükseklikte durması sağlanabilir. Bu yöntemde balık yeme vururken her hangi bir şekilde tasmalama yapılmayıp, sabırla balığın kancalardan birine takılması beklenmelidir. 
Kıbrıs oltasıyla yakalanan balık kancadan çıkarılırken çok dikkatli olunmalıdır. Balık yakalandıktan sonra karışan kancalar balığın ağız çevresinde yumak haline gelir. Dikkatli olunmazsa bu kancalar balığın çırpınmaları esnasında balıkçının eline batarak derin yaralar açabilir. Balık kancadan çıkarıldıktan sonra yumak olan kancaların çözülmesi zahmetli bir iştir. Kancaların daha kolay çözülmesi için ince misina kullanmaktan kaçılmalıdır. Zaman kaybını önlemek adına yedekte bir kıbrıs takımı daha bulundurmakta fayda vardır. 
Çarpma yöntemi de kefal avında kullanılan yöntemler arasındadır. Çarpma yöntemi üçlü kancalarla yapılır. Üçlü kancanın balığın önünden geçtiği sırada hızla çekilerek balığın herhangi bir yerine takılması mantığına dayanır. Genellikle kefallerin sürü halinde dolaştığı bölgelerde kullanılır. Çarpma yöntemiyle kıyıda dolaşan kefaller görülerek çarpılabileceği gibi, kefallerin görülmediği fakat olma ihtimalinin yüksek olduğu yerlerde rastgele çarpma işlemi de yapılabilir. Çarpma yaparken misina sürekli olarak ani gerilmelere maruz kaldığından çarpma takımında kullanılan misinaların kalın ve sağlam olması gerekir. Takımda tek bir çarpma kullanılabileceği gibi peş peşe sıralanmış birden çok çarpma da kullanılabilir. Bu şekilde gece ve gündüz, elle ya da kamışla kefal avlamak mümkün olsa da çok tasvip edilmeyen bir yöntemdir. Özellikle balıkların yumurtlamak amacıyla toplu halde göç yaptığı zamanlarda kullanılması ve balığın ölümcül yaralar alarak oltadan kurtulma ihtimalinin yüksek olmasından dolayı çoğu amatör balıkçı tarafından etik dışı bir av yöntemi olarak kabul edilir.

Kendo Baby Jig

Hafif jiglerle avlanmayı seven ve LRF yöntemini merak edenler için ucuz ve çok avcı bir jig tavsiyesinde bulunacağım. Bu yaz keşfettiğim Kendo baby jigler Türkiye’nin bu alandaki eksikliğini büyük ölçüde gidermişe benziyor. 3, 5, 8.5 ve 10.5 g ağırlıklarında 4 modeli ve 6 farklı rengi bulunan bu jigler en küçük avcı balıkları bile kandırabilecek aksiyon ve çekiciliğe sahip. Bu yaz çok fazla deneme imkanı bulamadığım bu jiglerle çok keyifli avlar yapma fırsatı buldum. Zargana’dan istavrite, melanurdan trale kadar hemen her türlü avcı balığı kandırabileceğiniz bu jigleri denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Neye Niyet Neye Kısmet -3

Balığa çıkarken yanımıza alacağımız malzemelerin seçimi çok önemlidir. Hedefte belli başlı bir ya da bir kaç balık türü olsa da her ihtimale karşı tedarikli olmak gerekir. Yanımızda götüreceğimiz fazladan bir kaç parça malzeme yükümüzü arttırabilir, çoğu zaman av boyunca hiç kullanılmaz. Ama öyle bir an gelir ki, işte o fazladan taşıdığımız malzemeler hayatımızın en değerli avını yaşamamıza vesile olabilir. Bu konuda geçmişte yaşadığım bazı acı tecrübelerden dersimi aldım. Yıllardır balığa giderken yanıma içinde her türlü takımın bulunduğu bir çanta ve kepçe almaya özen gösteriyorum. İyi kötü ayağımı yerden kesecek bir arabam var çok şükür. Bugünlerde balığa giderken çok zorlanmıyorum. Ama arabamın olmadığı öğrencilik yıllarımda taşımakta zorlandığım onca malzemeyle kilometrelerce yürüdüğümü bilirim. 2009 Eylülünde yaşadığım bu av da iki elim dolu halde uzunca bir yolu yürümek zorunda kalışımın mükafatını aldığım avlardan biriydi.

Güzel bir Ramazan gecesinde saat gece yarısına yaklaşırken uyku tutmadı. Nicedir benimle balığa çıkmak isteyen sevgili dostum Emre Aydın’la birlikte yakındaki bir liman içinde olta atmaya karar verdik. Amacım denizin pürüzsüz olduğu gecelerde liman ışıklarının aydınlattığı su yüzeyinde dolaştığını bildiğim kefallere çarpma atmaktı. Yanıma bir kamış ve bir kaç yedek çarpma almam yeterli olacağı halde yine bir sürü malzemeyi yüklenip meranın yolunu tuttuk. Meraya vardığımızda kefaller yine yerlerindeydi. Rıhtım boyunca dolaşarak uygun pozisyondaki kefallerin hareketlerini hesaplayıp biraz önlerine ve ilerilerine attığım çarpmayı doğru zamanlamayla çekmek suretiyle herhangi bir yerlerine taktırmaya çalıştım. Açıkçası çocukluğumdan beri uyguladığım beceri isteyen bu işte ustaydım. Kısa süre içinde yarım kilonun üzerinde 4 kefal çarptıktan sonra son bir kefal daha çarpıp avı sonlandırmaya karar verdim. Çok geçmeden çarptığım 5. kefali hemen suyun dışına almak yerine eğlenmek için biraz suyun içinde gezmesine izin verdim. Oltanın ucundan kurtulmak için çeşitli manevralar yapan balığı seyrederken aniden koca bir levreğin saldırısına uğradı. Levrek önce oltanın ucundaki yarım kilo civarı balığın kafasından ısırdı. Kafasından ısırdığı balığı yutamayacağını anlayınca bırakıp seri bir hareketle kuyruğundan ısırmaya çalıştı. Yine başarılı olamayınca kaçmasına engel olduğum balığı bir kaç saniye izledikten sonra ağır ağır uzaklaştı.

Şok olmuştum. Hayatımda ilk defa oltamın ucundaki balığa bu büyüklükte bir levrek saldırıyordu. Üstelik balık yutabileceğinden çok büyük olduğu halde ısrarla denemeye devam etmişti. Oltanın ucundaki kefalin kurtulmak için yaptığı manevraların cazibesine kapılmış olmalıydı. Yaralı balıkların avcı balıkları nasıl cezbettiğine bir kez daha şahit olmuştum. O an ilk aklıma gelen canlı bir balığı şeytan oltasına takıp atmak oldu. Ama kovamda uygun boyda bir balık yoktu ve yemim olmadığı için yakalamam zaman alırdı. Bir kaç saniye düşündükten sonra yanımda getirdiğim çantamın içindeki maket balıklarla denemeye karar verdim. Çantamın içindeki maket balıkların arasından seçtiğim 12 cm’lik ilaryaya benzeyen bir tanesini oltamın ucuna takıp vakit kaybetmeden salladım. İlk iki atışımda maket balık önüme gelene kadar vuruş ya da takip alamadım. Üçüncü atışımda da her an balık vuracakmış gibi heyecanla çektiğim maket balığım görüş mesafeme gelene kadar hiç bir hareket olmadı. Önüme kadar gelen maket balığı tekrar sallamak için sudan kaldırmaya hazırlandığım esnada koca bir levrek dipten fırlayıp maket balığımı yuttu.

Yakalanmanın şokuyla bir anlık olduğu yerde kalan balık şoku atlatır atlatmaz açığa doğru fişekleyip gözden kayboldu. Aman Allah’ım bu nasıl bir kaloma alma! Yaklaşık bir dakika boyunca makinemin kaloması hiç susmadı. Heyecandan dizlerimin zangır zangır titrediğini hatırlıyorum. İlk fişeklemede makinemden 100 metreye yakın misina boşaltan balık yorulma emareleri gösterince sarmaya başladım. 5 dakikaya yakın süren mücadelenin sonunda rıhtım duvarının dibine yaklaştırdığım balığı Emre’nin yardımıyla kepçelemeyi başardık. İkimizde mutluluktan havalarda uçuyorduk. Hiç aklımızda yokken ani bir kararla çıktığımız avda trofe bir levrek yakalamıştık. Bir kaç dakika önce oltamızın ucundaki kefale saldıranla aynı boydaki levreğin ağzındaki maket balığı bile çıkartmadan fotoğraf çektirme işine koyulduk.

Yakaladığımız levrekten sonra yarım saat daha at-çek yapıp vuruş alamayınca avı sonlandırdık. Emre’yle avdan döndükten sonra sahur vaktine kadar biraz zaman geçirdik. Sabahın 4’ü gibi sahur yemeğimizi yedikten sonra aklımız yine balıklara gitti. Ertesi günün tatil olmasını fırsat bilip uyumak yerine kendimizi tekrar limana attık. Bir kaç saat önce levreği yakaladığımız yerden başlayarak liman mendireğinin ucuna kadar at-çek yaparak yürüdük. Sabah ezanı okunduktan sonra geceyi liman içinde avlanarak geçiren levreklerin limandan çıkış yapacağını düşündüğüm için mendirek burnunda denemeye devam ettim.  Emre’ye sohbet ederek at-çek yapmaya devam ederken kıyıdan 20 m kadar açıkta sağlam bir vuruş daha aldım. Kamışımın ucu yine yay gibi eğilip makinemden misina boşalmaya başladı. Bu defaki balık da en az ilk balık kadar sağlam asılıyordu. Oltamın ucundaki gecenin ikinci trofe levreğiyle mücadele ederken sanki her zaman yaşadığım bir durummuş gibi telaşsız ve rahattım. Kah fişekleyip kah teslim olan balıkla sakin bir şekilde mücadele edip Emre’nin elindeki kepçenin içine sokmayı başardım.

Senelerdir kim bilir kaç gece balıkta sabahladık, kaç günümüz at-çek yapmakla geçti? Onca hazırlık yapıp trofe balık hayaliyle başladığımız avların çoğunda beklediğimizi bulamadık, boş döndük. Bazen de hiç hesapta yokken trofe balıklar tuttuk, kovalarımızı doldurduk. İşte böyle acayip bir tutku bu. Hesaplar her zaman tutmuyor. Bazen sadece nasibinde olanı tutuyor insan…

Ege’de İlk Av (Ağustos’10)

Balık Günlükleri fikrini hayata geçirmeden önce de çeşitli platformlarda avlarımı paylaşıyordum. Maalesef bu yazıların bir kısmı bulundukları sayfaların kapanması nedeniyle tarihe karıştı. Diğer yazılarımı hem aynı akıbete uğramaması, hem de eski anılarımı tekrar canlandırması için buradan paylaşmak istedim.

(4-9 Ağustos 2010)


Ailemin Nisan ayında Bodrum Gümüşlük’e taşınmasından bu yana fırsat buldukça sık sık yanlarına gidip geliyorum. Ancak genelde kaldığım sürenin haftasonuyla sınırlı olmasından ötürü bugüne denk ciddi bir avlanma denemesi yapamamıştım. Nihayet yıllık izinden istifade rahat rahat olta atmak için fırsat buldum.

Yeni avlak, yeni balıklar, yeni takımlar… Kaç senedir balık tutarsanız tutun, gittiğiniz yeni avlağın acemisisinizdir. Bu noktada tecrübe uyum sağlama hızını belirler. Karadeniz’de ilk lüferimi 9-10 yaşımda tutmuşumdur. Karadeniz için hemen hemen 15 senelik bir tecrübem söz konusu.. İstanbul’a yerleşeli ise 7 sene oldu. Buradaki ilk 1-2 senemde zaten çok sık Ereğli’ye gidip geldiğim için İstanbul’da kıyıdan olta atma gereği duymamıştım. Yani Boğaz ve çevresi kıyı avcılığı için de tecrübemin geçmiş 5 seneye dayandığını söyleyebilirim. Bunun dışında Marmara’nın geri kalanı, Ege ve Akdeniz için tecrübem sadece bir kaç sefer olta atmaktan ibaret. Ege ve Akdeniz’i daha çok bu denizlerde yaptığım dalışlardan tanımaktayım.

Ailemin yılın büyük bölümünde Bodrum’da yaşayacak olması ve Ereğli’de bağlı olan teknemizi de buraya taşımamız benim balıkçılığım için de yeni bir sayfa açmam anlamına geliyor. Hem kıyı, hem açık deniz avlarında başarılı olabilmek için katetmem gereken uzun bir yol var. Açık deniz taşlarını, kıyı avlaklarını ve kısmen yeni yöntemleri öğrenmem gerekiyor.

Daha önceki gidişlerimde burada çeşitli gözlemler yapma fırsatı bulmuştum. Bölgede avlananlarla yaptığım sohbetlerde koyun içinde genellikle kefal ve sarpa çıktığını, bunun dışında pek balık olmadığını belirtmişlerdi. Gümüşlük koyunun içi sıklıkla erişteliklerle kaplı. Bu yüzden klasik dip oltasını her yerde çalıştırmak mümkün değil. Bu gittiğimde her şeyden önce maske-şnorkel yardımıyla dip oltasıyla avlanmaya uygun yerleri tespit ettim. Uygun avlak olarak eriştenin nispeten seyrek olduğu, 1 metrelik sığlıktan 8-10 metreye dik inen bir yamacı seçtim. Sığ olsun, derin olsun tüm derinliklerde yamaç bölgeler her zaman daha fazla balığın dikkatini çeker. Hemen her sabah 5.30-9:30 arasında bu bölgeden olta attım.

Takımım beden ve köstekler 0,28 FC misina olmak üzere, çift köstek 5 numara Owner Seigo’dan ibaretti.

Yakın çevreden taze mamun, boru kurdu gibi yemleri bulmak mümkün değildi. Turgutreis’ten almış olduğum dondurulmuş mamun ise kıyıdan atışlar için hiç uygun değildi. Yem olarak çoğunlukla taşların arasından topladığım madyaları ve balıkçıdan aldığım kalamar ayaklarını kullandım. Bu bölgeden alabildiğim tek kayda değer balığı da kalamar ayağıyla aldım. Bunun dışında kullandığım tüm yemler, sağlamlığıyla ünlü madya dahil olmak üzere ufak balıkların hışmına uğradı. 5 gün bıkıp usanmadan yaptığım kıyı denemelerinin 2. günü sabah hava aydınlanırken aldığım kilo civarı çipura Gümüşlük’ün bana hoşgeldin hediyesi oldu.

Diğer günlerde buradan yapmış olduğum denemeler sonuç vermedi. Almış olduğum birkaç lidaki, ufak sargoz ve çeşitli türlerdeki ıskarta balığı denize iade ettim.

Dip yemlisi haricinde gündüzleri iskele dibinde görmüş olduğum melanurlar bana kırk takla attırmış olmalarına karşın oltama yüz vermemişlerdi. Turgutreis’teki malzemeciye bu balıkları nasıl yakalayabileceğimi sorduğumda bana kıbrıs oltasını önermesi pek aklıma yatmamıştı. O kadar uyanık bir balığı kıbrıs gibi kaba bir takımla yakalamak bana pek mümkün gelmiyordu. Şansımı bir de gece denemeye karar verdim. Takımı olabildiğince sade tutarak bu huylu balığı ürkütmemeye çalıştım. Malzemecinin bana önermiş olduğu 0,35 misina yerine 0,24 naylon misina, kıstırma kurşun ve kıstırmanın 15 cm kadar altına koyduğum tek iğne ve dondurulmuş mamun ile avlandım. Akşam karanlık çöktükten hemen sonra beklediğim vuruş oltanın ucundaydı. Tartıda genelde 250-350 gram civarı olan bu balıkların oltada verdiği mücadele tarifsizdi. Melanurların arasında gelen sargozlar da çok iri olmamasına rağmen ava renk katıyordu. 2 gecelik avımda ufak sargoz ve melanurları, ve av sonunda kovada canlı kalan tüm balıkları denize iade ettim.

Bu sırada oltama takılan kardinal balığını da (Apogon imberbis) fotograflayıp denize iade ettim. Gündüz dalışlarında kaya gölgelerinde ve mağaralarda sıkça rastlanan bu balık, gece buralardan çıkarak aktif biçimde avlanıyor.

Bu avlar dışında yine dalışla yerini tespit ettiğim bir çupra merasında şansımı denedim.. Avlağın derinliği 7-8 metre civarı, ve dibi tamamen eriştelikti. Avlakta bulunan kilo ve üstü çipuralar daha ziyade orta suda geziyorlardı. Şamandıralı stoperli düzenekle takımı eriştelerin üzerinde tutup bu çipuralardan birkaçını avlamayı hedeflesem de bu konuda başarılı olamadım.

6 günlük av maceram son tutmuş olduğum bu melanurlarla sona erdi. En başta dediğim gibi acemisi olduğum bir deniz için çok da kötü sayılmayacak bir başlangıçtı. En azından yanımdan geçen diğer oltacıların “Burada böyle balık çıkıyor muymuş?” diye şaşırması bile yetti. Tekneyi denize indirdiğimizde çok daha büyük tecrübelerin beni beklediğine eminim. Şimdilik bu kadar…