Aylık arşivler: Ocak 2014
Geçmiş Avlardan: İlk Levrek
LRF – Gece Güzelleri
LRF bir bakıma sahte yemler kullanarak en küçük ve ağır hareketli balık türlerini bile kandırabilme sanatıdır. Söz konusu küçük ve ağır hareketli balıklar olunca onca sahte yem çeşidinin arasında minyatür boydaki silikon kurtlar öne çıkıyor. Artık ülkemizde de hemen hemen her av bayiinde bulabildiğimiz silikon kurt çeşitleriyle keyifli avlar yapmak çok kolay. Bu yöntemle avlanabilecek tür sayısının fazlalığı diğer yöntemlerde karşılaşılan mera bulma sorununu da ortadan kaldırıyor. Kayalık bir sahil, küçük bir iskele, şirin bir balıkçı barınağı ya da büyük gemilerin bağlandığı bir liman rıhtımı LRF yöntemiyle keyifli avlar yapmak için ideal yerlerdir.
Spin yönteminde trofe olarak kabul gören levrekleri yakalamak için çoğu zaman yaşadığımız yerden yüzlerce kilometre öteye gitmemiz gerekir. LRF yönteminin en gözde balıklarından olan iskorpit ve kaya balıkları ise her yerdedir. Bu balıkları kandırmak için minik bir silikon kurdu uygun boyutlu bir jig head yardımıyla deniz tabanının hemen üzerinde gezdirmek yeterlidir. Dikkat etmemiz gereken tek şey hedef balığın ağız genişliği ve beslenme alışkanlıklarına göre seçtiğimiz silikon kurdun bu kurdu ileri atmak ve yüzdürmek için kullandığımız jig head ile uyumlu olması ve doğal gözükmesidir. Sırf atış mesafesini arttırmak için aşırı büyük kurşun ve kancalı jig headler ( benim tercihim 2.5 g’a kadar olan jig headler ) kullanmak yanlıştır. Atış mesafesini arttırmak için uygun atarlı bir kamış ve gayet ince misinalar (0.20 mm ve aşağısı) kullanmak daha doğru olur.
Gerçek bir LRF takımıyla yakalanan orta boy bir iskorpit ya da kaya balığının mücadelesi diğer yöntemlerle yakalanan trofe balıkların mücadelesine denktir. Dipte yaşayan eşsiz güzellikteki bu balıkları renkli silikon kurtlarla kandırmanın zevki ise bambaşkadır. Özellikle gece daha aktif olan iskorpit ve iri kaya balıklarını kandırmak için dip tabiatı kayalık veya kırmalık olan meralarda bir kaç metre ileri salladığımız silikon kurtlarımız dibe indikten sonra dipten çok yukarı kaldırmadan ağır ağır çekmek ve arada kamışın ucuyla kısa sert zıplatma hareketleri yaptırmak yeterlidir. İskele ve rıhtım gibi yerlerde avlanırken dipten 1 karış yukarı kaldırdığımız kurdumuzu hafifçe yukarı aşağı oynatarak yürümek de dipte avını bekleyen bu küçük canavarları kandırmak için etkili bir yöntemdir. Bu şekilde yaptığım LRF avlarının hiç birinden boş dönmedim. Spin avcılığının kısır olduğu dönemlerde tek bir balığın peşinden günlerce koşmaktansa LRF yaparak kısacık zaman dilimlerinde 10-15 balık yakalamak bana çok daha keyifli geliyor. Sıklıkla çok irilerine de denk geldiğim bu güzel balıkları fotoğrafladıktan sonra incitmeden denize iade ediyorum. Denemek isteyen varsa baştan uyarımı yapayım. Bu yöntem bağımlılık yapıyor.
Neye Niyet Neye Kısmet – 4
Oltanın ucundaki yavaş hareketli devle mücadele ederken aklımdan bir sürü düşünce geçiyordu. Neydi acaba oltanın ucundaki? Keler gibi kumluk meralarda yaşayan bir köpek balığı mıydı, yoksa mücadelesini bilmediğim Akdeniz’e özgü bir trofe miydi? Öğrenebilmemin tek yolu balığı görmekti ama balık kolay kolay yorulacağa benzemiyordu. Mücadeleye başlayalı 20 dakika olduğu halde balığı görememiştim. Daha fazla sabredemeyip misinayı kopartmayacak şekilde biraz asılmaya karar verdim. İçi su dolu koca bir çuval gibi ağır olan balığı zorlana zorlana kıyıya yaklaştırmayı başardığımda gördüğüm balık karşısında biraz hayal kırıklığı yaşadım. Oltanın ucundaki balık devasa bir kazık kuyruktu. Kaşığım şans eseri kanadına takılmıştı. Daha önce hiç canlısını görmesem de kuyruğunun üstünde 2 adet zehirli dikeni olan bu vatoz türünü tanıyordum. 1.5 m’ye yakın kanat açıklığıyla uçan halıyı andıran bu balığı suyun dışına nasıl alacağımı düşünmeye başladım. Balığı görmesine görmüştüm ama henüz yorulmamıştı. Bütün kuvvetiyle kanatlarını çırparak tekrar kıyıdan uzaklaştı. Balığı görmüş olmanın rahatlığıyla sakince düşünüp bir yöntem buldum. Liman içindeki gemilerin kancalı gönderleri yardımıyla balığı ağzından yakalayarak dışarı alabilirdim. Uygulamada çok zor bir yöntem olsa da 35 dakikalık mücadelenin sonunda balığı dışarı almayı başardım.
Aynı balık bugün oltama vursa bir şekilde oltadan kurtarıp zarar görmeden denize dönmesini sağlardım ama o güne kadar yakaladığım en büyük balıklardan biri olan bu kazık kuyruğu fotoğraflayıp ağırlığını öğrenme isteğim ağır bastığı için alıkoydum. Tartıya sığdırmakta bile zorlandığım 10.5 kg’lık bu kazık kuyruk gibi bir başkasıyla karşılaşmamızın daha sportif olacağı kesin.
Kendo Zero Arise ve LV Minnow Serisi
Kendo LV Minnow 110 |
Kendo Zero Arise 75 |
Kendo Zero Arise 90 |
Kendo Zero Arise 90 |
Geçmiş Avlardan: 29-31 Ekim 2010
Sabah alarmım çaldığında hava henüz aydınlanmamıştı. Dışarıdan rüzgarın uğultusu geliyordu. Sıcacık yorganım önceki günün yorgunluğunu da bana hatırlatarak aklımı çelmeye çalışıyordu. Dışarının durumuna bakılırsa değil olta atmak, ayakta durmak dahi kolay olmayacaktı. Kendimi uzun ikna çabalarımın sonucunda 6.45 gibi yataktan çıkıp hazırlandım. Hiç yoktan bir şansımı deneyip gelecektim. Sahile inip planladığım noktaya vardığımda işimin düşündüğümden de zor olduğunu farkettim. Sahteyi istediğim yere göndermem çok zordu. Birkaç atış denedim, baktım olacak gibi değil, yer değiştirmeye karar verdim. Daha sakin ve daha rahat atış imkanı bulabileceğim iskele tarafına yöneldim. İskeleye vardığımda iskelenin ayaklarının çevresinde kum gibi gümüş balığı sürüleri olduğunu farkettim. Balıkları buraya bir şeylerin sıkıştırmış olduğu belliydi. Açığa yapmış olduğum ilk atışlarımda zargana takipleri aldım. Ardından kıyıya doğru su üstü sahtelerle yaptığım atışlarda sahtenin arkasından bir kaç kez balık patladı. Av zevkli geçiyordu, ancak henüz kıyıya balık çekebilmiş değildim. İyiden iyiye yükselen güneş ümitlerimi azaltmaya başlamıştı. Bir anda arkamda gümüş sürülerinin su üstüne sıçramaya başladıklarını farkettim. Kullandığım su üstü sahteyi değiştirip balığın oynak yaptığı bölgeye paralel bir atış yaptım. Daha 7-8 tur sarmadan ani bir vuruş aldım… balık oltadaydı. Örgünün ucundaki ek bedeni sıradan 0,25 misinadan yapmıştım ve yanımda kepçe yoktu. Balık kuvvetliydi, dikkatli olmam gerekiyordu. Bunun yanı sıra iskele ayakları ve tonoz halatları da balığı sürekli kontrol altında tutmamı gerektiriyordu. Balığın bir yandan misinaya fazla yük bindirmesini engelleyip, diğer yandan ilişkenden uzak tutmam, öte yandan da kepçesiz elimle alabilecek kadar da yormam lazımdı. Balık bu arada sürekli önümden bir o yana, bir bu yana geçiyor ama tam olarak ne olduğunu seçemiyordum. Orta boyun biraz üstü bir levrek olduğunu sandım ilk anda. Sonrasında balık yüzeye yaklaşınca bunun bir akya (çıplak) olduğunu gördüm. Kalamayı açıp balığı gerektiği yerde dizginleyip, 3-4 dakikalık sürede balığı hareketsiz duruma getirecek kadar yordum. İskelenin diğer ucunda balık tutan başka bir arkadaş mücadeleyi görüp oltayı taktığımı zannedip yanıma geldi. Balığı yorduktan sonra oltayı ona teslim edip, iskeleden yarı belime kadar eğilerek balığı tutup çıkardım. Balık çok büyük olmasa dahi geçen sefer tutmuş olduğum akya palazının bir gömlek üstüydü. O kadar hareketliliğin sonrasında o çevre için avın bittiği belliydi, üç beş atış daha yapıp balıkla birlikte evin yolunu tuttum.
Balık çok büyük olmasa dahi geçen sefer tutmuş olduğum akya palazının bir gömlek üstüydü. |
İskelenin altındaki gümüş balıklarından arta kalanlar… |
Fırtınanın iyice şiddetlenmesi yüzünden o gün tekrar balığa çıkmadım. Ertesi sabah önceki günün morali ve dinlenmişliğiyle bu sefer çok daha rahat kalktım. Evden çıkarken yanıma önceki gün almış olduğum ancak çoktan ölmüş mamunları da kokmasın diye aldım. Rüzgar yine şiddetliydi ama bu sefer iskele çevresindeki gümüş sürülerinden eser yoktu. Hava tamamen aydınlanana kadar her türlü sahtemi denedim ancak sonuç alamadım. Bunun üzerine ben de yemli takımla şansımı denemeye karar verdim. İlk atışımda güzel bir vuruş alıp çekmeye başladım. Oltanın ucunda bir lidaki, bir de dil balığı vardı. Sonraki denemelerimde gelen giden olmadı, ben de yarım saat kadar sonra balıkları denize iade edip eve döndüm.
Oltanın ucunda bir lidaki, bir de dil balığı vardı. Dil balığı oltaya gelir gelmez, lidaki ise av sonunda denie iade edildi. |
Dil balığının muhteşem deseni.. |
Kedi ulaşamadığı balığa mundar der
|
Öğleden sonra hava biraz durgunlaşınca tekneyle açılmaya karar verdik. Ereğli’den tekneyi getireli aylar olmuş, ancak ev işleri, yaz sıcağı derken tekneyi denize indirmek Ekim ayı başını bulmuştu. Benim için siftah da bugüne kısmetmiş. Koyun dışı hala çok çalkantılı olduğu için koyun içinde kıyıya yakın noktalarda yemli oltayla eğlencelik av yaptık. Yemimiz kokmuş mamundu. Yakaladığımız tüm balıkları (karagözler, minik lahozlar, kupesler vs.) bekletmeden denize iade ettik.
Oltalarımızı arada ziyaret eden minik lahozlar bizi sevindirdi. Balıklar incitmeden denize iade edildi.
|
Tatilin son günü yine sabahın köründe soluğu sahilde aldım. Daha önceki günler denediğim bölgelerde hareketlilik olmayınca koyun arkasındaki açık denize bakan kısımda şansımı denemeye karar verdim. Uzun bir yürüyüş sonunda kayaların tepesinde yerimi aldım. Rüzgar tamamen kesilmesine rağmen deniz dışarıda hala oldukça dalgalıydı. Durduğum kaya deniz seviyesinden 1 metreden fazla yukarıda olmasına karşın her dalga vurduğunda ıslanıyordum. Bu işin keyifli kısmıydı. Keyifsiz kısmı ise bu dalgada iri bir balık gelmesi durumunda balığı denizden nasıl yukarı çıkarabileceğimi bilmiyordum. Her neyseki endişem yersiz çıktı, 1 saatlik denemem boyunca bir kaç güzel vuruş almama rağmen sahtenin iğnelerini bir türlü balığa geçiremedim Bunun üzerine tekrar yer değiştirdim. Koyun iç kısmındaki taşlık, çakıllık sahilden olta atmaya başladım. Burada sadece su üstü sahtelerimi kullandım. Rapala XRap Subwalk’a çok güzel bir vuruş almama rağmen o da oltaya yakalanmadı. En son çare olarak bölgede hiç denemediğim Gelibolu sahtesine maharetini göstermesi için şans verdim. Sabah suyundaki tek balığımı da onla yakaladım Onca büyük balığın yakalanmadığı iğneler, yakalaya yakalaya ufacık bir melanuru yakaladı. Bunun üzerine şansımı daha fazla zorlamanın anlamı olmadığını görüp avı bıraktım.
Benim için küçük, melanur için büyük bir başarının fotografı: Kendinden 2 kat büyük sahteye yakalanmak… |
Son günün öğleden sonrası ailece balığa çıktık. Herkesin balık tutabilmesi için yine yemli avcılık yaptık. Açık denizde henüz meraları, taşları bilmiyoruz, biz de koyun içinde önceki günkü gibi bir av yaptık. Yakaladığımız balıklardan irice 2-3 tanesini yemek için alıkoyup geri kalanını azad ettik.
Avlarım esnasında kullanmış olduğum yapay balıklar:
Soldan sağa: 1- Gelibolu Sahtesi 2- Savage Gear Sandeel 3- Rapala XRap Subwalk 4- Strike Pro (Modelini bilmiyorum.) 5- Rover 98 Taklidi |
Herkese iyi avlar…
Yeni El Yapımı Maket Balıklarım
Nihayet beklediğim telefon geldi. Dün sabah Yurtiçi Kargodan gelen telefonla heyecanla beklediğim kargomun şubelerine ulaştığı haberini aldım. Balık malzemesi siparişi verdiğim her zaman böyle heyecanlanıyorum. Sizin de aynı duyguları hissettiğinize eminim. Akşam mesai çıkışı kargomu alıp heyecandan oracıkta paketi açıverdim. Oyuncak saati gelen çocuklar gibi içimi sevinç kapladı. Bu defaki oyuncaklarım çok özeldi. Bunlar maket balık sanatçısı Reha abinin yaptığı el yapımı maket balıklardı. Hepsi birbirinden güzel ve avcı olan bu el yapımı maket balıkların boya ve yüzey kaplaması benim için hala bir sır. Reha abinin meslek sırrı olduğunu tahmin ettiğim için sormak istemedim. Bu sahteler yüzlerce kere kayalara çarpsa da boyalarında en ufak bir dökülme olacağını sanmıyorum. Reha abinin ürettiği maket balıkların bir özelliği de muadillerinden daha ağır olmaları. Bu sayede çok ciddi atış mesafesine sahipler. Bu sabah gün ışığından istifade yeni oyuncaklarımı fotoğraflayıp sizlerle paylaşmak istedim. İçlerinden beğendikleriniz olursa Reha abiye “Fishhunter Adana” facebook ismiyle ulaşabilirsiniz….
Her boydaki avcı balıkları kandırabileceğine inandığım su üstü sahteleri… |
Trofe levrek ve kofanaların hayır diyemeyeceği çok başarılı bir kefal… |
Kıyıdan at-çek ile güzel sonuçlar almayı planladığım maket zarganam… |
Yeni sezonda lüfere sürütme yapmayı planladığım 2 parçalı zarganam… |
Bu da benim ayakkabı kutum 🙂 |
Kefal Türleri ve Av Teknikleri
Kendo Baby Jig
Hafif jiglerle avlanmayı seven ve LRF yöntemini merak edenler için ucuz ve çok avcı bir jig tavsiyesinde bulunacağım. Bu yaz keşfettiğim Kendo baby jigler Türkiye’nin bu alandaki eksikliğini büyük ölçüde gidermişe benziyor. 3, 5, 8.5 ve 10.5 g ağırlıklarında 4 modeli ve 6 farklı rengi bulunan bu jigler en küçük avcı balıkları bile kandırabilecek aksiyon ve çekiciliğe sahip. Bu yaz çok fazla deneme imkanı bulamadığım bu jiglerle çok keyifli avlar yapma fırsatı buldum. Zargana’dan istavrite, melanurdan trale kadar hemen her türlü avcı balığı kandırabileceğiniz bu jigleri denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.
Neye Niyet Neye Kısmet -3
Balığa çıkarken yanımıza alacağımız malzemelerin seçimi çok önemlidir. Hedefte belli başlı bir ya da bir kaç balık türü olsa da her ihtimale karşı tedarikli olmak gerekir. Yanımızda götüreceğimiz fazladan bir kaç parça malzeme yükümüzü arttırabilir, çoğu zaman av boyunca hiç kullanılmaz. Ama öyle bir an gelir ki, işte o fazladan taşıdığımız malzemeler hayatımızın en değerli avını yaşamamıza vesile olabilir. Bu konuda geçmişte yaşadığım bazı acı tecrübelerden dersimi aldım. Yıllardır balığa giderken yanıma içinde her türlü takımın bulunduğu bir çanta ve kepçe almaya özen gösteriyorum. İyi kötü ayağımı yerden kesecek bir arabam var çok şükür. Bugünlerde balığa giderken çok zorlanmıyorum. Ama arabamın olmadığı öğrencilik yıllarımda taşımakta zorlandığım onca malzemeyle kilometrelerce yürüdüğümü bilirim. 2009 Eylülünde yaşadığım bu av da iki elim dolu halde uzunca bir yolu yürümek zorunda kalışımın mükafatını aldığım avlardan biriydi.
Güzel bir Ramazan gecesinde saat gece yarısına yaklaşırken uyku tutmadı. Nicedir benimle balığa çıkmak isteyen sevgili dostum Emre Aydın’la birlikte yakındaki bir liman içinde olta atmaya karar verdik. Amacım denizin pürüzsüz olduğu gecelerde liman ışıklarının aydınlattığı su yüzeyinde dolaştığını bildiğim kefallere çarpma atmaktı. Yanıma bir kamış ve bir kaç yedek çarpma almam yeterli olacağı halde yine bir sürü malzemeyi yüklenip meranın yolunu tuttuk. Meraya vardığımızda kefaller yine yerlerindeydi. Rıhtım boyunca dolaşarak uygun pozisyondaki kefallerin hareketlerini hesaplayıp biraz önlerine ve ilerilerine attığım çarpmayı doğru zamanlamayla çekmek suretiyle herhangi bir yerlerine taktırmaya çalıştım. Açıkçası çocukluğumdan beri uyguladığım beceri isteyen bu işte ustaydım. Kısa süre içinde yarım kilonun üzerinde 4 kefal çarptıktan sonra son bir kefal daha çarpıp avı sonlandırmaya karar verdim. Çok geçmeden çarptığım 5. kefali hemen suyun dışına almak yerine eğlenmek için biraz suyun içinde gezmesine izin verdim. Oltanın ucundan kurtulmak için çeşitli manevralar yapan balığı seyrederken aniden koca bir levreğin saldırısına uğradı. Levrek önce oltanın ucundaki yarım kilo civarı balığın kafasından ısırdı. Kafasından ısırdığı balığı yutamayacağını anlayınca bırakıp seri bir hareketle kuyruğundan ısırmaya çalıştı. Yine başarılı olamayınca kaçmasına engel olduğum balığı bir kaç saniye izledikten sonra ağır ağır uzaklaştı.
Şok olmuştum. Hayatımda ilk defa oltamın ucundaki balığa bu büyüklükte bir levrek saldırıyordu. Üstelik balık yutabileceğinden çok büyük olduğu halde ısrarla denemeye devam etmişti. Oltanın ucundaki kefalin kurtulmak için yaptığı manevraların cazibesine kapılmış olmalıydı. Yaralı balıkların avcı balıkları nasıl cezbettiğine bir kez daha şahit olmuştum. O an ilk aklıma gelen canlı bir balığı şeytan oltasına takıp atmak oldu. Ama kovamda uygun boyda bir balık yoktu ve yemim olmadığı için yakalamam zaman alırdı. Bir kaç saniye düşündükten sonra yanımda getirdiğim çantamın içindeki maket balıklarla denemeye karar verdim. Çantamın içindeki maket balıkların arasından seçtiğim 12 cm’lik ilaryaya benzeyen bir tanesini oltamın ucuna takıp vakit kaybetmeden salladım. İlk iki atışımda maket balık önüme gelene kadar vuruş ya da takip alamadım. Üçüncü atışımda da her an balık vuracakmış gibi heyecanla çektiğim maket balığım görüş mesafeme gelene kadar hiç bir hareket olmadı. Önüme kadar gelen maket balığı tekrar sallamak için sudan kaldırmaya hazırlandığım esnada koca bir levrek dipten fırlayıp maket balığımı yuttu.
Yakalanmanın şokuyla bir anlık olduğu yerde kalan balık şoku atlatır atlatmaz açığa doğru fişekleyip gözden kayboldu. Aman Allah’ım bu nasıl bir kaloma alma! Yaklaşık bir dakika boyunca makinemin kaloması hiç susmadı. Heyecandan dizlerimin zangır zangır titrediğini hatırlıyorum. İlk fişeklemede makinemden 100 metreye yakın misina boşaltan balık yorulma emareleri gösterince sarmaya başladım. 5 dakikaya yakın süren mücadelenin sonunda rıhtım duvarının dibine yaklaştırdığım balığı Emre’nin yardımıyla kepçelemeyi başardık. İkimizde mutluluktan havalarda uçuyorduk. Hiç aklımızda yokken ani bir kararla çıktığımız avda trofe bir levrek yakalamıştık. Bir kaç dakika önce oltamızın ucundaki kefale saldıranla aynı boydaki levreğin ağzındaki maket balığı bile çıkartmadan fotoğraf çektirme işine koyulduk.
Yakaladığımız levrekten sonra yarım saat daha at-çek yapıp vuruş alamayınca avı sonlandırdık. Emre’yle avdan döndükten sonra sahur vaktine kadar biraz zaman geçirdik. Sabahın 4’ü gibi sahur yemeğimizi yedikten sonra aklımız yine balıklara gitti. Ertesi günün tatil olmasını fırsat bilip uyumak yerine kendimizi tekrar limana attık. Bir kaç saat önce levreği yakaladığımız yerden başlayarak liman mendireğinin ucuna kadar at-çek yaparak yürüdük. Sabah ezanı okunduktan sonra geceyi liman içinde avlanarak geçiren levreklerin limandan çıkış yapacağını düşündüğüm için mendirek burnunda denemeye devam ettim. Emre’ye sohbet ederek at-çek yapmaya devam ederken kıyıdan 20 m kadar açıkta sağlam bir vuruş daha aldım. Kamışımın ucu yine yay gibi eğilip makinemden misina boşalmaya başladı. Bu defaki balık da en az ilk balık kadar sağlam asılıyordu. Oltamın ucundaki gecenin ikinci trofe levreğiyle mücadele ederken sanki her zaman yaşadığım bir durummuş gibi telaşsız ve rahattım. Kah fişekleyip kah teslim olan balıkla sakin bir şekilde mücadele edip Emre’nin elindeki kepçenin içine sokmayı başardım.
Senelerdir kim bilir kaç gece balıkta sabahladık, kaç günümüz at-çek yapmakla geçti? Onca hazırlık yapıp trofe balık hayaliyle başladığımız avların çoğunda beklediğimizi bulamadık, boş döndük. Bazen de hiç hesapta yokken trofe balıklar tuttuk, kovalarımızı doldurduk. İşte böyle acayip bir tutku bu. Hesaplar her zaman tutmuyor. Bazen sadece nasibinde olanı tutuyor insan…
Ege’de İlk Av (Ağustos’10)
(4-9 Ağustos 2010)
—
Ailemin Nisan ayında Bodrum Gümüşlük’e taşınmasından bu yana fırsat buldukça sık sık yanlarına gidip geliyorum. Ancak genelde kaldığım sürenin haftasonuyla sınırlı olmasından ötürü bugüne denk ciddi bir avlanma denemesi yapamamıştım. Nihayet yıllık izinden istifade rahat rahat olta atmak için fırsat buldum.
Ailemin yılın büyük bölümünde Bodrum’da yaşayacak olması ve Ereğli’de bağlı olan teknemizi de buraya taşımamız benim balıkçılığım için de yeni bir sayfa açmam anlamına geliyor. Hem kıyı, hem açık deniz avlarında başarılı olabilmek için katetmem gereken uzun bir yol var. Açık deniz taşlarını, kıyı avlaklarını ve kısmen yeni yöntemleri öğrenmem gerekiyor.
Daha önceki gidişlerimde burada çeşitli gözlemler yapma fırsatı bulmuştum. Bölgede avlananlarla yaptığım sohbetlerde koyun içinde genellikle kefal ve sarpa çıktığını, bunun dışında pek balık olmadığını belirtmişlerdi. Gümüşlük koyunun içi sıklıkla erişteliklerle kaplı. Bu yüzden klasik dip oltasını her yerde çalıştırmak mümkün değil. Bu gittiğimde her şeyden önce maske-şnorkel yardımıyla dip oltasıyla avlanmaya uygun yerleri tespit ettim. Uygun avlak olarak eriştenin nispeten seyrek olduğu, 1 metrelik sığlıktan 8-10 metreye dik inen bir yamacı seçtim. Sığ olsun, derin olsun tüm derinliklerde yamaç bölgeler her zaman daha fazla balığın dikkatini çeker. Hemen her sabah 5.30-9:30 arasında bu bölgeden olta attım.
Takımım beden ve köstekler 0,28 FC misina olmak üzere, çift köstek 5 numara Owner Seigo’dan ibaretti.
Yakın çevreden taze mamun, boru kurdu gibi yemleri bulmak mümkün değildi. Turgutreis’ten almış olduğum dondurulmuş mamun ise kıyıdan atışlar için hiç uygun değildi. Yem olarak çoğunlukla taşların arasından topladığım madyaları ve balıkçıdan aldığım kalamar ayaklarını kullandım. Bu bölgeden alabildiğim tek kayda değer balığı da kalamar ayağıyla aldım. Bunun dışında kullandığım tüm yemler, sağlamlığıyla ünlü madya dahil olmak üzere ufak balıkların hışmına uğradı. 5 gün bıkıp usanmadan yaptığım kıyı denemelerinin 2. günü sabah hava aydınlanırken aldığım kilo civarı çipura Gümüşlük’ün bana hoşgeldin hediyesi oldu.
Diğer günlerde buradan yapmış olduğum denemeler sonuç vermedi. Almış olduğum birkaç lidaki, ufak sargoz ve çeşitli türlerdeki ıskarta balığı denize iade ettim.
Dip yemlisi haricinde gündüzleri iskele dibinde görmüş olduğum melanurlar bana kırk takla attırmış olmalarına karşın oltama yüz vermemişlerdi. Turgutreis’teki malzemeciye bu balıkları nasıl yakalayabileceğimi sorduğumda bana kıbrıs oltasını önermesi pek aklıma yatmamıştı. O kadar uyanık bir balığı kıbrıs gibi kaba bir takımla yakalamak bana pek mümkün gelmiyordu. Şansımı bir de gece denemeye karar verdim. Takımı olabildiğince sade tutarak bu huylu balığı ürkütmemeye çalıştım. Malzemecinin bana önermiş olduğu 0,35 misina yerine 0,24 naylon misina, kıstırma kurşun ve kıstırmanın 15 cm kadar altına koyduğum tek iğne ve dondurulmuş mamun ile avlandım. Akşam karanlık çöktükten hemen sonra beklediğim vuruş oltanın ucundaydı. Tartıda genelde 250-350 gram civarı olan bu balıkların oltada verdiği mücadele tarifsizdi. Melanurların arasında gelen sargozlar da çok iri olmamasına rağmen ava renk katıyordu. 2 gecelik avımda ufak sargoz ve melanurları, ve av sonunda kovada canlı kalan tüm balıkları denize iade ettim.
Bu sırada oltama takılan kardinal balığını da (Apogon imberbis) fotograflayıp denize iade ettim. Gündüz dalışlarında kaya gölgelerinde ve mağaralarda sıkça rastlanan bu balık, gece buralardan çıkarak aktif biçimde avlanıyor.
Bu avlar dışında yine dalışla yerini tespit ettiğim bir çupra merasında şansımı denedim.. Avlağın derinliği 7-8 metre civarı, ve dibi tamamen eriştelikti. Avlakta bulunan kilo ve üstü çipuralar daha ziyade orta suda geziyorlardı. Şamandıralı stoperli düzenekle takımı eriştelerin üzerinde tutup bu çipuralardan birkaçını avlamayı hedeflesem de bu konuda başarılı olamadım.
6 günlük av maceram son tutmuş olduğum bu melanurlarla sona erdi. En başta dediğim gibi acemisi olduğum bir deniz için çok da kötü sayılmayacak bir başlangıçtı. En azından yanımdan geçen diğer oltacıların “Burada böyle balık çıkıyor muymuş?” diye şaşırması bile yetti. Tekneyi denize indirdiğimizde çok daha büyük tecrübelerin beni beklediğine eminim. Şimdilik bu kadar…