Kategori arşivi: Tatlı su levreği
Denizin ve Barajın Canavarlarıyla Dolu Bir Haftasonu
İşim icabı geçici olarak bulunduğum Kocaeli’den Samsun’a döndüğüm ağustos ayından beri Yusuf’un senelik izninde Samsun’a gelmesinin ve birlikte yapacağımız avların planını yapıyorduk. Nihayet Yusuf senelik iznini tam da balığın yoğun olduğu dönem olan kurban bayramı öncesine planladığı haberini verdi. O tarihlerde lüfer ailesi henüz aşağı göçünü tamamlamamıştı. Birkaç hafta öncesine nazaran kaba lüfer miktarında ciddi bir düşüş olmasına rağmen sarıkanatların büyüklüğü ve miktarı artmıştı. Yusuf’un gelmesine birkaç gün kala kısacık bir avda ağırlıkları 180-225 g arasında değişen 16 adet sarıkanat yakaladığımı duyduktan sonra Yusuf’un heyecanı daha da artmıştı. Benimse tek düşündüğüm Yusuf’a birbirinden güzel balıklar yakalatarak güzel bir tatil geçirmesini sağlamaktı.
Cumartesi akşamı saat 4 civarı başladığımız avı biraz daha eğlenceli hale getirmek için küçük bir yarışma yapmaya karar verdik. Yarışma, ilk yakalanan balık, toplamda en fazla balık ve en büyük balık olmak üzere 3 kategoriden oluşuyordu. En az 2 kategoriyi kazanan galip gelerek kaybedenin takım çantasından istediği sahte balığı alacaktı. Zaten her zaman malzemelerimizi kendi aramızda paylaştığımız için ödül koymaktaki maksat sadece ava biraz daha heyecan katmaktı. İlk balık önemliydi. Çünkü diğer kategorilerin galibi yarışma boyunca değişebileceği halde ilk balığı tutan direkt olarak kategorilerden birini kazanmış olacaktı. Bu yüzden ikimiz de ilk balığı yakalamaya konsantre olarak aralıksız at-çeke koyulduk.
Ertesi sabah 04:00 sularında arabayla 1 saat mesafedeki tatlısu levreği merama gitmek üzere yola çıktık. Tam güneş ağarırken vardığımız barajın suları her zamanki gibi pürüzsüz ve sessizdi. Kendi geliştirmiş olduğum kıyıdan jigging yöntemini kullanmaya başladığımdan beri buradan hiç elim boş dönmemiştim. Başka bir zaman olabilirdi ama Yusuf’a trofe balıklar yakalatıp, birbirinden güzel fotoğraflarını çekmek için can attığım bugün boş dönmemeliydik. Avlanacağımız meraya vardığımızda ikimizde heyecanlı bir şekilde kullanacağımız jigleri seçip takımlarımızı hazırladık. Yusuf’un spin kamışı 10-35 g atarlı olduğu için 28 g’lık yeni aldığı savagear pshyco jigi denemeye karar verdi. Bense ağır atarlı olan teleskobik kamışıma güvendiğim için 40 g’lık tombul bir jig seçtim. Ağır jig tercih etmemin sebebi daha uzun atışlar yapabilmekti. Bu şekilde ağır jigler kullanıldığında savurma esnasında jigin kopmaması için misina da nispeten kalın seçilmelidir. Bu yüzden makineme 0.28 mm misina sarmıştım.
İlk iş olarak Yusuf’a doğru jigging aksiyonu öğretmekle başladım. Her zamanki gibi bunu da çok çabuk öğrendi. Öğrenmesine öğrendi ama yarım saat geçmesine rağmen ikimize de vuran yoktu. Bazen bu merada balık hava aydınlandıktan 1-2 saat sonra başlayabiliyordu. Bu defa da öyle olmasını umarak ava devam ettik. Saat 7 sularında nihayet ilk balığı aldım. 250 g’lık bu balıktan sonra ikimiz de peş peşe balık almaya başladık. İlk birkaç balıktan sonra fotoğraf çekme işine ağırlık verdik. Yusuf fırsattan istifade edip elindeki tüm jigleri test etmek için her balıktan sonra kullandığı jigi değiştirerek yakaladığı balıkları ağızlarında farklı jiglerle fotoğrafladı. Yakaladığımız ufak balıklar fotoğraflandıktan sonra suya, kayda değer balıklarsa Samsun’da yenmek üzere kovaya gönderildi. Jiglerimize saldıran balıklar arasında yarım kg’ye yakın trofe sayılabilcek balıklar da vardı. Öğlene doğru sonlandırdığımız tatlısu levreği avımız da en az sarıkanat avımız kadar bereketli ve eğlenceli geçmişti.
Şükürler olsun ki misafirimi bu avda da mutlu etme şansı buldum. Samsun’a döndükten sonra niyetimizde Bafra’da bulunan Derbent barajında gökkuşağı ababalığına denemek de olmasına rağmen son zamanlarda Derbent barajından gelen olumsuz haberler üzerine vazgeçtik. İzninin son gününde Yusuf’la Samsun’u gezip birkaç sarıkanat daha yakaladık. Sevgili dostum Yusuf’u otobüse uğurlarken ikimizin üzerinde de tatlı bir yorgunluk vardı. Ben Yusuf’a söz verdiğim avları yaşattığım için, Yusuf’sa kısa zamanda hayallerini kurduğu avları gerçekleştirdiği için mutlu bir şekilde bir dahaki buluşmamıza dek vedalaştık.
Turna Peşinde Bir Hafta
Amasya’ya varmamın ertesi günü sabah 06:30’da Sevgili Abim Erdoğan Özen’le tulumlarımızı giyerek ağaçların arasından suyun içinde olta atacağımız yere doğru ilerlemeye başladık. Bu av için makineme 0.28 mm’lik kaliteli bir misina sardırmıştım. Aslında deniz avlarında kullandığım spin takımlarda çok daha ince misinalar kullanırım fakat bu barajda 10 kg’nin üzerinde turnalar yakalandığını bildiğim için işi garantiye aldım. Erdoğan Abi’nin de, benim de misinalarımızın ucunda 3 numara klasik 24 g’lık kaşıklar takılıydı. Kaşıkları direk misinaya bağlamak yerine, turnanın kaşığın tamamını yutup dişleriyle misinayı kesmesini önlemek için kaşığın önünde 20 cm’lik çelik köstek kullandık. Büyük bir heyecanla başladığım av, saatler geçtikten sonra sıkıcı bir hal almaya başlasa da kendime verdiğim sözü hatırlayarak pes etmeden ava devam ettim. Akşam hava kararana kadar birkaç kısa yemek ve dinlenme molası hariç sürekli at-çek yapmamıza rağmen tek bir balık bile vurmadı. Biraz şevkim kırılsa da bu tarz avların sabır gerektirdiğini bildiğim için ertesi sabah denemeye devam etme kararı aldım. Ertesi gün de sabah erken saatlerden öğlene kadar tek bir vuruş bile almadan at-çek yaptıktan sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşayarak pes ettim.
Yorulmuş ve ümidimi kaybetmiştim. Bütün iznimi bu şekilde heba etmektense kalan günlerimi kendi geliştirdiğim kıyıdan jigging aksiyonuyla tatlısu levreğine deneyerek geçirme kararı aldım. Ertesi sabah 30-40 g’lık çeşitli jiglerle son derece bereketli bir tatlısu levreği avı yaptım. Yakaladığım tatlısu levrekleri bu barajın ortalamasına göre gayet iriydi. Ağırlıkları 200-350 g arasında değişen bu balıkları yakalamak çok keyifli olsa da, neden bu barajda yıllardır avlanmama rağmen daha iri levreklere hiç rastlamadığımı merak ediyordum. Sabahki keyifli avdan sonra turna aşkım yeniden alevlendi. Akşam suyunda kendimi yine göğsüme kadar suyun içinde kaşık atar halde buldum. Maalesef sonuç yine hüsran…
Tatilimin dördüncü günü sabahı yine muhtelif jiglerle keyifli bir tatlısu levreği avına başladım. Havada sürtünmesi çok az olan bu jigleri ciddi mesafelere atabiliyordum. Standart boylarda epey bir tatlısu levreği aldıktan sonra neredeyse 100 metreye yakın bir mesafeye gönderdiğim jige sağlam bir balık yapıştı. Kendi türüne göre hatrı sayılır bir mücadeleden sonra kenara getirdiğim balığı görünce bu barajda gördüğüm en büyük tatlısu levreğini yakalamış olduğumu fark ettim. Kıpkırmızı kanatlarıyla çok yakışıklı ve tombul bir levrekti bu. Eve döndükten sonra tarttığımda 667 g’lık bu balığın Ankara’da yakaladığım 1300 g’lık balıktan sonra hayatımın en büyük ikinci tatlısu levreği olduğunu öğrenecektim.
Bu balıktan sonra keyfim biraz yerine geldi. Saat henüz sabahın 10’uydu ve güne trofe bir tatlısu levreği yakalayarak başlamıştım. Belki de şansım döndüğü için bugün hayallerimin turnasını yakalayabilirdim. Hemen arabaya atlayıp turna merama geri döndüm. Fakat bu sefer kullandığım kaşığı değiştirmeye karar verdim. Eski klasik kaşığı denizdeki avlarımda vazgeçilmezim olan Hansen Pilgrim kaşıkla değiştirdim. Özellikle 18 ve 22 g’lık Hansen Pilgrim kaşıklarla eylül ayında hayatımın en keyifli lüfer avlarını yaşamıştım. 2 gün üst üste kıyıdan toplamda 12 lüfer ve 21 sarıkanat aldığım avlarda başka kaşık ve sahte yemlerle atan balıkçıların birkaç taneden fazla balık alamadığını gördükten sonra bu kaşığa olan güvenim daha da arttı. Hansen Pilgrim kaşığı bu kadar iyi yapan şey mükemmel atış mesafesi ve suyun içinde çekilirkenki parıltısı. Havada yalpa yapmadan süzüldüğü için bu kaşığı doğru takım ve atış tekniğiyle kıyıdan 70 m gibi mesafelere atmak mümkün. Ayrıca suyun içindeki çakarlı parıltısı tıpkı yaralı bir balığı andırdığı için etraftaki balıkların beslenmeye güdülenerek kaşığa atlamalarını sağlıyor. Öyle ki bu kaşıkla avlandığım sırada çok kez bir lüfer veya sarıkanatı kaçırdıktan sonra hemen bir diğerinin saldırdığına şahit oldum. Bu kaşığın turnada da iş yapabileceğini düşünerek at-çek yapmaya başladım.
At-çeke başlayalı henüz 15 dk olmuştu ki aniden kaşık olduğu yerde mıhlandı. Bir anlık kaşığın dibe takıldığını düşündüysem de oltanın ucundakinin dev bir balık olduğunu anladım. Balık suyun içindeki ağaçlara çok yakın bir yerde yapıştığı için beni çetin bir mücadele bekliyordu. Eğer balık ağaçların içine girerse misinayı kestirip koparması işten bile değildi. Mücadele çok kısa sürdü. Maalesef korktuğum başıma geldi ve turna ağaçların arasına yatarak misinayı koparmayı başardı. Balıkla mücadele esnasında aşırı heyecanlanmama rağmen ne zaman büyük bir balık kaçırsam soğuk kanlı kalmayı başarmışımdır. Bu seferde yanımda mücadelemi izleyen balıkçıdan daha az üzüntümü belli ederek tulumumun cebindeki kutudan çıkardığım yedek çelik tel ve Hansen Pilgrim kaşığı takarak ava devam ettim. Aradan çok zaman geçmeden bir balık daha yapıştı. Bu sefer ağaçlık bölgeden uzakta yapıştığı için mutluydum. Ağır, ağır makarayı sarmaya başladım. İçimden balığın ne kadar büyük olduğunu düşünürken yaklaşık 3 kg’lik turna tüm asaletiyle suyun dışına fırladı. Eyvah! Şimdi kaşığı ağzından atacak dedim ama korktuğum olmadı. Balık hala oltanın ucundaydı. Biraz daha çektim, yine suyun dışına fırladı. Hala oltanın ucunda olduğuna göre demek ki kanca sağlam takılmıştı. Suyun dışına fırlamaları hariç suyun içindeyken balık tahmin ettiğimden daha sakin bir şekilde yaklaşıyordu. Yanımdaki balıkçı ağaçlardan birine astığım kepçemi alarak yardıma geldi. Ona sakin bir şekilde kepçeyi suyun içinde tutmasını söyledikten sonra balığı usulca kepçenin içine sokmayı başardım. Her güzel avdan sonra yaşadığım tarif edilmez bir mutluluk sardı içimi. Derisindeki ve yüzgeçlerindeki desenlerin güzelliğine bir kez daha hayran oldum.