Kategori arşivi: Palamut

Neye Niyet Neye Kısmet -2

Deniz her zaman sürprizlerle doludur. Balıkçıyı şaşırtmayı sever. Hiç ummadığınız anlarda size öyle güzel hediyeler sunar ki, gökte aradığınızı yerde bulmuş hissine kapılırsınız.  Bu, bazen hemen yanı başınızda meydana gelen bir beslenme çılgınlığı, bazen de başka bir balık hedefiyle salladığınız oltanıza takılan umulmadık bir balık olabilir. Hemen her balıkçının bu tarz anıları vardır. 19 yıllık amatör balıkçılık hayatımda deniz ana zaman zaman benim için de böyle güzel sürprizler yaptı. Bu sürprizlerin içinde en şaşırtıcı olanlardan biri de 5 Şubat 2010 tarihinde buz gibi bir havada gerçekleştirdiğim gece avında oltama takılan umulmadık bir misafirdi.

2006-2010 yılları arasında Tuzla’da okudum. Okulum yatılı  olduğu halde sınav haftaları dışında fırsat buldukça yakınlardaki bir limandan olta atabiliyordum. Kış mevsimi burada kıyı balıkçılığı açısından kısır geçse de poyraz kuvvetli esip, dev dalgalar liman mendireğinin dış cephesini dövdüğünde liman içindeki derin ve kayalık meralarda zaman zaman çok iri baltabaş karagözler alınabiliyor. Özellikle de soğuk ve karlı gecelerde aynı merada trofe boylarda baltabaş karagözler yakalamışlığım var. 2009’u 2010’a bağlayan kış da trofe karagöz hayaliyle aynı merada denemeler yaptım. Özellikle poyrazın sert estiği, havanın buz kestiği gecelerde sevgili dostum Burçak ile sımsıkı giyinip kendimizi deniz kenarına attık. Bulabildiğimiz en iri canlı tekelerle yemlediğimiz 0.28 mm’lik 3 köstekli dip takımlarımızı kıyıdan 25 m kadar salladıktan sonra kayaların arasındaki uygun bir yere sabitleyip gözümüzü kamışlarımızın ucundaki fosforlardan ayırmadan saatlerce sohbet ettik. O sene trofe karagöz yakalayamasak da 300 g civarı porsiyonluk karagözlerden bolca nasibimizi aldık.

Havanın gayet bozuk, dolayısıyla karagöz avı için uygun olduğu 5 Şubat gecesi de Burçak’la birlikte karagöze denemeye karar verdik. O gece sadece benim oltam olduğu halde Burçak beni yalnız bırakmamıştı. Birlikte avda kullanmak üzere yeteri kadar teke yakaladıktan sonra olta atacağımız yere vardık. Şansıma ilk atışımı yapar yapmaz güzel bir vuruş aldım. Gelen porsiyonluk bir karagöz olsa da ümitlenmiştik. İkinci atışımda da vuruşun gelmesi gecikmedi. Aynı boyda bir karagözü daha zorlanmadan dışarı aldım. Anlaşılan güzel bir sürü vardı. Sürünün arasında trofe boyda balıklar da olmasını ümit ederek ava devam ettik. Her vuran balıkta tasmayı vurduktan sonra kuvvetli bir balık hissetmeyi hayal ettiysem de gelen balıklar tornadan çıkmış gibi hep aynı boydaydı. 1 saatlik avın sonunda kovamızda 5 adet porsiyonluk karagöz olmuştu. Sürü yer değiştirmiş olacak ki son 15 dakikadır suda olan oltama vuran olmamıştı. Yemlerimi kontrol etmek için oltamı çekip farklı bir yere salladım.

Yine uzun bir süre vuruş alamayınca 10 dakika daha bekleyip avı sonlandırmaya karar verdik. Bu arada kovadaki balıkları fotoğraflama işine koyulmaya karar vermiştim ki kayaların arasına sabitlediğim kamışımın ucu eğiliverdi. Oturduğum yerden fırlayıp tasmayı vurmamla birlikte bu defa sağlam bir balık yakaladığımı anladım. İçimden nihayet trofe karagözü aldım diye geçirirken oltanın ucundaki balıkta bir acayiplik fark ettim. Balık tipik bir karagözün yapacağı gibi dibe basmak yerine yukarı fırlamıştı. Karagöz olmasına imkan yoktu. Bu olsa olsa iri bir levrekti. Yüzeydeki bir mücadeleyi her zaman kayalık dipteki mücadeleye tercih edeceğim için biraz rahatlamış olarak mücadeleye devam ettim. Kısa sürede yorulan balığı kıyıya yaklaştırırken Burçak’tan kepçeyi suyun içine sokup beklemesini istedim. Nihayet kıyıya yaklaştırmayı başardığım balığı Burçak’ın elindeki kepçenin içine sokmaya çalışırken gördüğüm şey karşısında hayretler içinde kaldım. Bu ne biçim bir levrekti. Sipsivri burnu ve yemyeşil sırtıyla şahane bir torikti oltanın ucundaki. “Burçak toriiiiiik!” diye sevinçle bağırırken balığı kepçenin içine sokmayı başardık.

Birisi gelip de bana “Kışın ortasında, gece yarısı, liman içinde, klasik dip oltasına teke takarak torik yakalanır mı?” diye sorsa hiç ihtimal yok derdim. Muhtemelen siz de aynı cevabı verirdiniz. Ama deniz bu, sürprizlerle dolu. Bazen siz balığa gitmezsiniz, o gelir sizi bir şekilde bulur.

Küstüm, oynamıyorum

Her zaman balıktan mı bahsedeceğim, bu sefer de balıksızlıktan bahsetmek istiyorum. İstanbul’da yaşayan biri olarak Ağustos’u, Eylül’ü, ve bir parça da Ekim’i kıyı balıkçısının kahır ayları olarak görürüm. Söz konusu zaman dilimi her sene Ağustos başında başlayıp, Ocak ayına dek süren büyük göçün, katavaşyanın başlangıcıdır. Bu büyük göçte öncelik palamuta aittir. Temmuz sonunda Karadeniz girişinde kendini gösteren vonozlar, Ağustos ortalarına doğru serpilip oltaları ziyaret etmeye başlar. Ardından ay sonuna doğru ilk akın lüferler Yeniköy çakarı etrafında av verir. Sonrası ise köşe kapmaca gibidir. Lodosta palamut, kuzeyli fırtınalarda ise lüfer meydana çıkar. Ancak henüz bu zamanda balık sürüleri nispeten dağınık ve hareketli olduğundan balığın ne zaman, nerede ortaya çıkacağını kestirmek son derece güçtür. Bu dönemde palamuta çapari atanların bolca kol kası yaptıkları, lüfere yemli atanların ise oltanın ucuna bakmaktan yolda beride şaşı gezdikleri vakidir. Bu aylarda siz balığa gitmezsiniz, balık size gelir. Tabi o kadar şanslı ve sabırlıysanız…

Daha önceki yazılarımda bahsi geçtiği üzere, Mart ayında askerliğimin dönüşünü takiben ev arayışlarına girdim ve İstanbul’un köklü Boğaz semtlerinden biri olan Beylerbeyi’ne yerleştim. Burası hem iş yerime yakın olması, hem de Boğaz sahilinde olması açısından benim için çok ideal bir konumda bulunmakta. Özellikle günlerin uzun olduğu yaz aylarında denize yakın oluşumun çok faydasını gördüm. Akşam canım balık yemek istediğinde, iş çıkışı hemen üzerimi değiştiriyor, bir saat içinde tavalık balığımı çıkarıp eve dönüyordum. Ancak bulunduğum konumun ilk bakışta balıkçılık açısından avantajlı görünmesinin yanında dezavantajları da bulunmaktaydı. Öncelikle Boğaz’ın Avrupa yakasındaki avlaklara aşinaydım. Bu yakayı baştan öğrenmem gerekecekti. Birkaç ay içinde avlakları az çok öğrendim. Öğrenmesine öğrendim, fakat bu avlaklara hiç mi hiç alışamadım. Boğaz’da avlananlar bilir, Boğaz’ın Anadolu yakasındaki avlaklar Avrupa yakasındakilere hiç benzemez: Her şeyden önce Anadolu yakasında olta atılabilecek bölgeler, yalı evleri arasındaki çok sınırlı alanlara sıkışmış durumda. Bu nedenle balık zamanında verimli bölgeler inanılmaz kalabalıklara ulaşabiliyor. Buna ilaveten, sahil şeritleri hemen her yerde aşırı dar. En son Çubuklu’da insanların resmen yolun ortasına oturup yemli olta attığını görünce bu tarafın bana göre olmadığı kanaatine vardım.

Anadolu Yakası Boğaz Avlakları – Çubuklu
Sahil şeridinin genişliği bir metreyi anca buluyor.

Anadolu Yakası Avlakları – Kandilli
Palamut zamanı Kandilli. Görüntü sizi yanıltmasın. Olta atanların sayısından daha fazla oltacı arkada balığın girmesini bekliyor.

Ancak yeni muhitimin balıkçılığıma çok daha olumsuz bir etkisi oldu. Evimin birkaç kilometre ötesindeki avlağa gitme konusunda bile fevkalade üşengeç oldum. Ama bu haybeden bir üşengeçlik değil. Aslına bakarsanız Beylerbeyi bulunduğu yakadaki en verimli avlakların başında geliyor. Orta şiddette akıntısı, atış mesafesinde 20-25 metre arasına ulaşan derinlik, ve akın zamanında iyi av veren noktalarıyla çok da uzaklara gitmeyi gerektirmeyecek bir avlak.Nitekim, 1 ay boyunca fırsatını bulduğum her akşam üstü ama yarım saat, ama iki saat deneme yaptım. Buna haftasonu sabah suyu avlarını da dahil edebiliriz.

Fırsat bulmak demişken… Her hobide, her spor dalında, her uğraşta olduğu gibi balıkçılık da her şeyden önce bir zaman meselesidir. İstediğiniz kadar iyi takımlara sahip olun, istediğiniz kadar avlak bilginiz olsun, yakalayabildiğiniz balık doğrudan balığa çıkabildiğiniz zamanla orantılıdır. Eylül ayında neredeyse her hafta iş seyahati için şehir dışındaydım. Yine de halime şükretmem gerek ki, hala hafta sonlarını dilediğim gibi değerlendirme özgürlüğüne sahibim. İnsanın hayatına sorumluluklar eklendikçe, boş zamanı da aynı ölçüde azalıyor. Netice olarak, yazının başında belirttiğim gibi balığın sağının solunun belli olmadığı bu dönemde, haftanın bir veya iki günü av kovalamak balık tutmak için yetersiz kalabiliyor.

Tüm bunlar neticesinde bir aylık dönemde 25-30 saatlik uğraşın meyvesi 1 çinekop, üç beş kilo istavrit olabiliyor. Üstelik bu dönemde etrafınızdaki herkes muhteşem avlara da imza atıyor olabiliyor. Bu noktada ne “Küstüm, oynamıyorum” diyerek vazgeçmenin, ne de bu durumu kafaya takıp sabah akşam kısmetini zorlamanın amatör balıkçılığın felsefesine aykırı olduğunu düşünüyorum. Bu durum dönem dönem her amatör balıkçının başına gelebilir. Eğer bir gün siz de benim gibi çabalarınızın boşa çıktığı, patinaj yaptığınızı hissettiğiniz bir dönemden geçerseniz, herkesin kendi şartları dahilinde, çevresindeki koşullar el verdiği müddetçe avlanabildiğini ve bu uğraşta kimsenin kimseden üstün olmadığını kendinize hatırlatmalısınız. Azimli olmalı ama inatçı olmamalısınız. Sabırlı olmalı ama takıntılı olmamalısınız. Önünde veya sonuda “o balık” size gelecektir.

Dağdan İndim Denize – 1

Sonbahar ayları denizden uzak bir balık tutkunu için zorlu geçen aylardır. Balıkçılığın bu en verimli mevsiminde ardı ardına gelen balık haberlerini uzaktan takip etmek bir hayli can sıkıcıdır. Hele sezon böylesine hareketli başlamışken benim gibi, değil denize, su birikintisine dahi hasret yaşarsanız bir aşamadan sonra devreleri yakma noktasına gelirsiniz. Neyse ki, Ağustos ayının sonlarına doğru bu durumu öngörüp, iznimi balık sezonunun en hareketli olacağını düşündüğüm döneme, yani Ekim sonu, Kasım başına ayarlamıştım. Planımda her zamanki gibi hem İstanbul’da, hem Ege’de avlanmak vardı.

Ekim ayı canavar olarak nitelendirilen iri lüfer ve kofanaların Boğaz’a en yoğun giriş yaptığı dönemdir. Bu balıklar kendi türü de dahil olmak üzere, kendisinden daha ufak tüm balıkları önüne katarak oradan oraya gezdirir. Bir bakarsınız denizde kılçık dahi olmadığını düşündüğünüz anda, aniden önünüz savaş alanına dönüverir. Dakikalar içerisinde kovanızı, livarınızı doldurursunuz. Sonra bir anda balık geldiği gibi yok olur. Bundan dolayıdır ki, bu ay içerisinde ya çok iyi avlar yaparsınız, ya da avdan eliniz tamamen boş dönersiniz. Ekim ayı avları pek orta halli olmaz. Eğer biraz daha ufak balık tutmayı göze alırım, ama garantili av yapayım derseniz o zaman Kasım ayının ortalarından Aralık sonuna kadar olan dönemi seçmeniz daha isabetli olur.

Ağustos ortalarında başlayan palamut akışı, Ekim ayının sonlarına doğru hızını kaybeder. Ekim ayı sonrasında da palamut almak mümkünse de, yakalanan balığın hem miktarı, hem büyüklüğünde düşüş görülür.

Avlandığım Ege sahili için ise, Ekim-Kasım dönemi avlanmak için en uygun ayların başında gelir. Kıyıdan avlanabilen hemen her balık türünü bu dönemde yakalamak mümkündür. Bunun yanı sıra, avcılığından keyif aldığım kalamarlar da bu dönemde kıyılara inmeye başlar.

İznimden önceki son günleri bir yandan gelen balık haberlerini takip ederek, diğer yandan tüm bu olasılıkların hayalini kurarak geçirdim.

18 Ekim 2012

Tatilden haftalar öncesinden her türlü planlamaya başlamıştım. Planlamanın ilk ve en önemli ayağı av malzemelerimin İstanbul’a getirilmesiydi. İstanbul’daki evimi askere giderken boşalttığım için olta takımlarımın hepsini Ereğli’deki eve yollamıştım. Güç bela da olsa bunları İstanbul’a getirtmeyi başardım. Planlamanın ikinci ayağında ise av arkadaşlarımla takvimlerimizi çakıştırmak vardı. Neyse ki bu da çok zor olmadı. İzinler alındı ve programlar yapıldı.

Nihayet 18 Ekim sabahı İstanbul Boğazı’nın mis gibi iyot kokulu esintisini ciğerlerime çekiyordum. İlk işimiz sabahın aydınlanmasına yakın üst sularda sahte balıklarla lüferi aramak oldu. Yarım saatlik denememiz doğru zaman, doğru yer ve doğru takım üçlüsünden en az birinde yanıldığımızı gösterdi. Bunun üzerine rotamızı Boğaz’ın kuzey kıyılarına çevirdik. Hedef balığımız palamuttu. Senelerdir özellikle tekneyi Karadeniz’den çektiğimiz tarihten bu yana palamuttan yana yüzüm gülmüyordu. Hiç yakalamıyor değildim, attığımız sahtelere zaman zaman palamutlar geliyordu ama bunlar alışageldiğim takoz palamutlar değildi. Çingene veya çingene irisi denilebilecek 300-400 gramlık balıklardan büyüğüne denk gelemiyordum. Bu sene ise durum farklıydı. Kiloya yakın palamutlar acemisi, ustası bakmaksızın oltaları şenlendiriyordu. Benim de amacım bu iri palamutlar ile uzun süren hasretime son vermekti. Ancak içimde bir tedirginlik vardı. Palamut yapısı itibariyle sürekli harekete ihtiyaç duyan bir balıktır, haliyle oluşturduğu sürüler de benzer davranış gösterirler. Bir gün çok güzel av veren yerde, ertesi gün palamutun izine rastlayamazsınız. Veya balık daha ufak sürüler halinde ve daha dağınıksa, balığın önünüzden geçtiği dakikalarda hatta saniyelerde oltanızın balığın suyunda olması gerekir. Kısacası, palamut avında diğer avlarda olduğundan daha fazla şans faktörü söz konusudur.

Sabahın ilk ışıklarıyla hepimiz oltalarımızı Boğaz’ın serin sularıyla buluşturduk. Palamut hemen her su katmanında bulunabildiği için avcılığını da buna uygun yapmak gerekiyor. Bu nedenle ilk atışımda kurşunun dibe kaç saniyede indiğini saydım ve sonraki atışlarımda buna uygun olarak sahteyi farklı seviyelerden çektim. Bu esnada avlaktaki diğer balıkçıların takım dibe indikten sonra sahteyi olanca hızıyla aralıksız çektiğini gözlemledim. Geçmiş senelerde teknede yaptığım palamut avlarında palamutun bazen sadece yüksek süratte çapari yediğini, hatta uzaktaki oynağa yetişmek için son gazda giderken bile takıma balık taktırdığımızı bilirim. Balığın yine hız istiyor olabileceğini düşünerek ben de benzer yöntemi, sadece ara ara hızımı yavaşlatıp tekrar artırarak uyguladım. İlk yarım saatte dipten de çeksem, yüzeyden de çeksem, ağır da çeksem, hızlı da çeksem gelen giden olmadı. Bunun üzerine takımda ufak bir değişikliğe gidip, sahteyi küçültme kararı aldım. Amacım, sahtenin görünür hızını artırmaktı. Burada bir parantez açıp görünür hızdan ne kastettiğimi açıklamam lazım. Bir karınca ve bir kaplumbağayı ele alalım. 1 cm’lik karınca 10 sn’de 40 cm yol alırken, 10 cm’lik bir kaplumbağanın 10 sn’de 60 cm yol aldığını farz edelim. Bu durumda kaplumbağanın mutlak hızı, karıncanın hızından fazla olacaktır. Ancak karınca aynı süre içinde boyunun 40 katı kadar yol alırken, kaplumbağa yalnızca 6 katı kadar yol alabilmiştir.Aynı durumu sahte balıklara uyguladığımızda 13 cm’lik bir sahte tek turda 100 cm’lik yol alırken boyunun aşağı yukarı 8 katı kadar mesafe katetmiştir, halbuki 5 cm’lik bir sahte aynı turda boyunun 20 katı kadar yol alacaktır. Bu da küçük sahteye göreli olarak daha hızlı kaçıyor izlenimi verecektir. Değişikliği yapmamın ardından çok geçmemişti ki, sahte balık yaklaşık 20 metre ilerimde çakılı kaldı. Bunu sonrasında palamutun sert kafa atışları izledi. Güzel bir balığa benziyordu. Denizden uzak geçirdiğim günlerin verdiği yükten olsa gerek biraz fazla heyecan yapsam da balığı kıyıya aldım. Yıllardır hasret kaldığım boyda, isminin hakkını verebilecek bir palamuttu.

Balığı ellerimin titremesini zaptederek üçlü iğneden çıkardım. Belki tesadüftü, belki yaptığım değişiklik işe yaramıştı. Her ne olursa olsun mutluydum, önemli olan da buydu. Bir süre daha aynı sahte ile devam ettim. Bu esnada av arkadaşlarımdan Emre de biraz daha ince de olsa bir palamutu kandırmayı başarmıştı. 5 cm’lik sahte ile yeterince ısrarcı olduğuma inanıp, 7 cm’lik sahtelerimi denemeye başladım. İkinci sefer ağırlık biraz daha açıkta bindi oltaya. İlk balığı aldıktan sonra bu bonusu olacaktı, bu yüzden içim rahattı. Çok tedirgin olmadan, keyfini çıkara çıkara, doya doya balığı kıyıya kadar getirdim. Bu seferki öncekinden bir boy daha büyüktü. Sudan kaldırırken oltanın esnemesini iyi hesaplayamayıp balığı duvara çarptırsam da düşmedi.

Şanslı günümdeydim. Öğle saatlerine dek denemelerimize devam etsek de sahilde başka balık çıkmadı. Etrafta pek balık çıkmazken 2 balık güzel skordu. Hatta bunca zaman özlemini çektikten sonra bu boydaki 2 balık her türlü güzel skordu. Uzun zamandır hayalini kurduğum av macerasına çok güzel bir başlangıç yapmıştım.

 

2011’i Geride Bırakırken

Adettendir, her senenin sonuna yaklaşırken gazeteler, televizyonlar geride bırakılmak üzere olan yılın önemli olaylarını derleyip, yılın özetini çıkarırlar. Ben de bilgisayarımda bulunan av arşivinin 2011 dosyasını kapatırken geride kalan senenin bir değerlendirmesini yapmak istedim.

Senelerin tecrübe ve bilgi dışında getirdiği bir şey varsa kuşkusuz o da zorlaşan hayat koşulları… İş seyahatleri, ilave mesailer, artan sorumluluklar tarafından kuşatılan insanın kendine ayırmış olduğu zaman sürekli daralıyor. 2011 benim açımdan önceki yıllara göre daha az balığa çıkma fırsatı bulduğum bir sene olarak geçmişteki yerini alacak. Yine de bugünün kıymetini bilmek gerek… Av arşivime baktığımda 2011 yılında 58 defa ava çıkmış olduğumu görüyorum. Fotograflayacak hiçbir şeyin olmadığı, kısaca eli boş döndüğüm avları da dahil edersem bu sayı sanıyorum 70’e çıkacaktır. Bu da, ortalamaya vurulduğunda yaklaşık 5 günde bir balığa çıkmış olduğum anlamına geliyor.

Detaya girdiğimde anavaşya ve katavaşyanın hız kazandığı Mayıs ve Ekim (Ekim sonu-Kasım başı) ayları en verimli aylar olarak öne çıkıyor. Buna karşın önceki yıllar en iyi avlarıma ev sahipliği yapan Kasım ve Aralık ayları bu sene şaşırtıcı bir biçimde sönük geçti. Bu durum balığın (lüfer ailesi) bu sene Boğaz’da oyalanmadan hızla aktığını gösteriyor. Son 2-3 senedir ılıman geçen sonbahar ayları lüfer ailesinin Boğaziçi’nde oyalanması için uygun şartlar oluşturmaktaydı. Sanıyorum bu sene bu ayların daha soğuk geçmesi göçü hızlandırdı.

Av lokasyonlarım geçen sene olduğu gibi bu sene de İstanbul ve Bodrum şeklinde iki ayrı bölgede yoğunlaştı. İstanbul’daki avlarımda Ekim ayında denk gelmiş olduğum lüfer furyası, Bodrum’da ise almış olduğum levrekler ve turna bu senenin en iyi avlarıydı . 2011 aynı zamanda levrek ile tanışma fırsatını edindiğim yıl olarak da zihnimde yer edecek. Geçen sene sezon başında karaya çıkarmak üzereyken kaçırdığım balığı saymazsak 2008 sezonundan bu yana hasret kaldığım palamutlar nihayet bu sene misafirim oldu. Misafirim diyorum, zira sezonda yakaladığım beş palamutun sadece ikisini alıkoydum. Ancak onun da sezonu oldukça kısa sürdü. Ağustos’tan Eylül sonuna kadar çok yoğun ve hızlı akan balık Eylül’ün sona ermesiyle akışını tamamladı, geriye sadece artçı küçük sürüler kaldı.

Avlanma şekli açısından hem İstanbul, hem Bodrum’daki avlarda geçen senenin aksine ağırlığımı büyük oranda sahte yem ile avcılığa verdim. Bu değişiklik avlanma stratejimi de büyük ölçüde değiştirdi. Önceki yıllar güneş doğmak üzereyken deniz kıyısında yerimi alıp, günümün büyük bölümünü balıkta geçirirken, bu sene olabildiğince erken, çoğu zaman sabah ezanı dahi okunmadan ava başlayıp, güneş ortalığı aydınlattığında avı bıraktım. Hem İstanbul’daki lüfer avlarında, hem de Bodrum’daki spin avcılığında bu yöntem randıman sağladı.

Tüm bu istatistikleri bir kenara bırakmak gerekirse, 2011 yılı denizlerimiz açısından çok önemli bir kampanyaya sahne oldu. Temelinde yavru balık avcılığını durdurmak amacıyla yola çıkılan, ve özellikle lüfer üzerinden yürütülen “Yavru Balığa Hayır” kampanyası sayesinde Türkiye’de ilk defa balıkların boy limitleri kamuoyunda geniş bir şekilde tartışıldı. Tezgahlarda limit altı balıkların satışı devam ederken somut sonuçlardan bahsetmek henüz zor olsa da, proje kamuoyunda kısmi de olsa bir bilinç oluşturmayı başardı. Sonucunda ne kadar yaptırım uygulandığı şüpheli olmakla birlikte limit altı balık satılan yerler hakkında yapılan ihbarların sayısı patlama yaptı. Kıyıda balık tutanlar arasında ilk kez limit altı çinekopları suya iade edenleri gördüm. Bu sene sanki beni de sınamak için her sene olduğundan daha fazla küçük balık geldi oltama. Hemen hepsini geldikleri yere iade ettim, baktım sonu gelecek gibi değil, olta atmayı bıraktım.

Ve bugün, senenin son gününde yine balığa çıktım. Bu yazının sonuna yılın son günü tuttuğum balıkların fotograflarını eklemeyi  çok isterdim ancak 7’den 9’a dek yaptığım denemelerde tek bir balık dahi alamayınca pes etmek durumunda kaldım. Umuyorum ki, 2011 yılı bilinçsiz avlanmaya devam edilmesi durumunda neler ile karşılaşabileceğimizin sadece bir uyarısı olarak kalır.

Herkese mutlu, sağlıklı ve bol balıklı yıllar…

28.05.2011 – Eşkina

06.08.2011 – Levrek

28.08.2011 – Turna

22.10.2011 – Palamut

23.10.2011 – Palamut

29.10.2011 – Lüfer

30.10.2011 – Lüfer

04.11.2011 – Lüfer (38 cm)
08.11.2011 – Levrek