Kategori arşivi: Jigging

Kendo Baby Jig

Hafif jiglerle avlanmayı seven ve LRF yöntemini merak edenler için ucuz ve çok avcı bir jig tavsiyesinde bulunacağım. Bu yaz keşfettiğim Kendo baby jigler Türkiye’nin bu alandaki eksikliğini büyük ölçüde gidermişe benziyor. 3, 5, 8.5 ve 10.5 g ağırlıklarında 4 modeli ve 6 farklı rengi bulunan bu jigler en küçük avcı balıkları bile kandırabilecek aksiyon ve çekiciliğe sahip. Bu yaz çok fazla deneme imkanı bulamadığım bu jiglerle çok keyifli avlar yapma fırsatı buldum. Zargana’dan istavrite, melanurdan trale kadar hemen her türlü avcı balığı kandırabileceğiniz bu jigleri denemenizi şiddetle tavsiye ediyorum.

Alanya Kuzusu

Balıkçılığın en güzel yanlarından biri de her avın kendine has bir tadının olmasıdır. Birbirinden farklı renk, vücut formu ve davranış özelliklerine sahip milyonlarca balık türünün her birinin ayrı güzelliği olduğu gibi her balığın her insana yaşattığı zevk de aynı değildir. Kimi balıkçı için avcılık değeri olmayan bir balık türü başka bir balıkçının hayallerini süsleyor olabilir. Benim için doğru yöntemle yakalandığı taktirde en küçük balık bile değerlidir. Vücuduma anlık adrenalin miktarını ölçebilecek bir cihaz bağlasalar LRF takımıyla yaptığım kaya balığı avında bazı lüfer avlarıma kıyasla daha fazla heyecanlandığımı görürler. Ama bazı avlar vardır ki yaşattığı heyecan başka avlarla mukayese bile edilemez. Yakalanma anında duyulan aşırı heyecanla birlikte ani bir adrenalin patlaması yaşanır. Kalp atışları hızlanır, kan basıncı yükselir, göğüste yanma ve dizlerde titreme meydana gelir. Oltanın ucundaki insandan daha kuvvetli olan balıkla çoğu zaman dakikalar süren heyecan dolu ve yorucu mücadeleler verilir. Her zaman yaşama şansı bulamadığımız bu tarz büyük balık avlarının zevki bambaşkadır. 2011 baharında Alanya’da geçen bu hikaye de böyle bir avın hikayesi.

2010 yılında mezun olduktan sonra 7 ay süreyle mesleki eğitim kursu gördüğüm Antalya’da Akdeniz’e özgü bir çok balık türünü yakalama şansı buldum. Bu dönem içerisinde fırsat bulabildiğim bazı haftasonları Alanya’dan kalkan tekne turları ile dikey seğirtme ( Vertical Jigging ) yöntemini de tecrübe etmeye çalıştım. 150-200 g ağırlığındaki jiglerle 60-120 m arasındaki derinliklerde gün boyu denemeler yaptığım 2 avda hiç bir balığı kandıramayınca şansımı denemeye devam ettim. 3. jigging turunda da öğlene kadar teknedeki 5 kişiden balık alabilen olmadı. Yer değiştirerek ava devam ederken sonarda balık tespit ettiğimiz bir uçurumun üzerinde durup jiglerimizi 80 m derinliğe gönderdik. Jiglerimiz dibe iner inmez kendimize özgü aksiyonlara başlayarak sonar ekranında gördüğümüz balıkları kandırmaya çalıştık. Aksiyon yaptırarak dipten bir miktar yukarıya kaldırdığım jigimi tekrar dibe indirip jigging aksiyonuna devam ettim. Ben 150 g’lık jigime aksiyon yaptırırken teknenin kıç tarafında duran Mustafa Kaptan’dan “Aldım!” diye bir ses yükseldi. Mustafa kaptanın oltasının bükülmesine bakılırsa sağlam bir balık almışa benziyordu.

Gözüm Mustafa Kaptanın üzerinde dalgın ve özensiz bir şekilde jigging aksiyonuna devam ederken oltamın ucu muazzam bir kuvvetle büküldü. Hiç beklemediğim bir anda gelen bu vuruşla heyecandan yüreğim yerinden fırlayacak gibi oldu. Olayın şokunu atlatır atlatmaz “Ben de aldım!” diye bağırdım. Balık o kadar sağlam basıyordu ki oltayı biraz gevşek tutsam elimden fırlayıp gidecek gibiydi. Aşırı heyecan ve balığı kaçırma korkusuyla vücudum adrenalinle doldu. O zamana kadar oltanın ucunda hissettiğim en kuvvetli balıktı bu. Kamışım iki büklüm olmuş halde sürekli makinamın kafasından ip boşalıyordu. 10 dakika boyunca sürekli aşağı basıp kaloma alan balık yorulma emareleri göstermeye başlayınca ağır ağır sarmaya başladım. Biraz sakinleşir gibi olan balığı bir miktar yukarı çektikten sonra tekrar aşağı basıp kaloma aldı. Balık kah aşağı basıp kah teslim oluyordu. Mustafa Kaptan’la aynı anda oltamızın ucundaki balıklarla mücadele ederken “Balık çok yukarıda yapıştı, kuzu mu bu?” diye sorduğumu hatırlıyorum. Jigging turlarına çıkarken en büyük hayalim Antalya yöresinde kuzu denilen sarı kuyruklardan ( Seriola dumroli ) iri bir tane yakalamaktı. Mustafa kaptanın “Kuzu, kuzu!” cevabını duyunca daha da heyecanlandım. Balığı kaçırmaktan çok korktuğum için balık hala çok derinde olduğu halde teknedeki diğer balıkçılardan kakıcı hazır etmelerini rica ettim.

15 dakikalık bir mücadeleden sonra balığı bir miktar tekneye yaklaştırmayı başardım. İyice yorgun düşen balık artık hiç kaloma almadan ağır ağır yüzeye çıkıyordu. 0.40 mm’lik örgü misina bitip 0.70 mm’lik monoflament şok misinasının makinenin içine girdiğini görünce balığın yüzeye çıkmasına 20 metre kaldığını anladım. Tam o esnada Mustafa kaptan “Allah kahretsin, kaçırdım ben!” diye bağırdı. O kadar uğraştığı balık gitmişti. Artık balıkla mücadele eden bir tek ben kalmıştım. Balığı kaçırdıktan sonra Mustafa kaptan da yardım etmek için yanıma geldi. Artık Akdeniz’in berrak sularının derinliklerinden daireler çizerek yüzeye yaklaşan balığı görebiliyorduk. Kocaman pırıl pırıl gövdesiyle çok yakışıklı bir kuzuydu oltanın ucundaki. Hayallerimdeki balığa kavuşmama çok az kalmıştı. Sakin bir şekilde sarmaya devam edip balığı tamamen suyun yüzeyine çıkarınca Mustafa kaptan kakıcı solungacından takıp teknenin içine aldı.

O an neler hissettiğimi tahmin edersiniz. Bir anda onca yorgunluk, umutsuzluk ve korkudan eser kalmadı. Yıllardır hayalini kurduğum kuzu teknenin içinde yatıyordu. Amacıma ulaşmıştım. O an tek düşündüğüm şey yerde yatan balığı kucağıma alıp fotoğraf çektirmekti. Ben de öyle yaptım. 19 Mart 2011 tarihinde yakaladığım bu kuzunun fotoğrafları halen albümümün en güzel fotoğraflarını oluşturuyor…

Denizin ve Barajın Canavarlarıyla Dolu Bir Haftasonu

Sevgili dostum Yusuf Opuş’tan önceki yazılarımda bahsetmiştim. 2012 bahar aylarında tanışıp amatör balıkçılık tutkusunu aşıladığım Yusuf, merakı ve gayreti sayesinde çok kısa zamanda hem balıkçılık hem de balık avı fotoğrafçılığı konusunda kendini bir hayli geliştirdi. Her geçen gün birbirinden başarılı avlara ve fotoğraflara imza attığını görmek beni mutlu ediyor.

İşim icabı geçici olarak bulunduğum Kocaeli’den Samsun’a döndüğüm ağustos ayından beri Yusuf’un senelik izninde Samsun’a gelmesinin ve birlikte yapacağımız avların planını yapıyorduk. Nihayet Yusuf senelik iznini tam da balığın yoğun olduğu dönem olan kurban bayramı öncesine planladığı haberini verdi. O tarihlerde lüfer ailesi henüz aşağı göçünü tamamlamamıştı. Birkaç hafta öncesine nazaran kaba lüfer miktarında ciddi bir düşüş olmasına rağmen sarıkanatların büyüklüğü ve miktarı artmıştı. Yusuf’un gelmesine birkaç gün kala kısacık bir avda ağırlıkları 180-225 g arasında değişen 16 adet sarıkanat yakaladığımı duyduktan sonra Yusuf’un heyecanı daha da artmıştı. Benimse tek düşündüğüm Yusuf’a birbirinden güzel balıklar yakalatarak güzel bir tatil geçirmesini sağlamaktı.

Samsun’a geldiği ilk gün mesaim olduğu için maalesef Yusuf’u balık merasında yalnız bırakmak zorunda kaldım. Yalnız başına avlandığı ilk gün meranın sığ olmasına alışık olmadığı için 3 adet sarıkanat yakalayıp en az 2 katı kadarını suyun dışına fırladıkları esnada kaçırmasına rağmen sonuçtan gayet memnundu. Ertesi gün hafta sonu iznim başladığı için beraber doya doya avlanabilecektik.

Cumartesi akşamı saat 4 civarı başladığımız avı biraz daha eğlenceli hale getirmek için küçük bir yarışma yapmaya karar verdik. Yarışma, ilk yakalanan balık, toplamda en fazla balık ve en büyük balık olmak üzere 3 kategoriden oluşuyordu. En az 2 kategoriyi kazanan galip gelerek kaybedenin takım çantasından istediği sahte balığı alacaktı. Zaten her zaman malzemelerimizi kendi aramızda paylaştığımız için ödül koymaktaki maksat sadece ava biraz daha heyecan katmaktı. İlk balık önemliydi. Çünkü diğer kategorilerin galibi yarışma boyunca değişebileceği halde ilk balığı tutan direkt olarak kategorilerden birini kazanmış olacaktı. Bu yüzden ikimiz de ilk balığı yakalamaya konsantre olarak aralıksız at-çeke koyulduk. 

İlk balık Yusuf’a yapıştı. Güzel bir sarıkanat kendini havada gösterdikten sonra kurtulmayı başardı. Peşinden Yusuf bir sarıkanat daha kaçırdı. Balıklar 50 m’den daha açıkta ve yüzeyde yapıştığı için yakalanır yakalanmaz kendilerini suyun dışına atarak 22 g’lık ağır kaşıklarımızı kolaylıkla ağızlarından atıyordu. Balığın dışarı vurmasını engellemek için tek bir seçenek vardı o da balığın istediği yöne yüzmesini engelleyecek şekilde hızlı sarmaktı. Normalde misafirimin bolca balık yakalaması için dua ederim ama ne yalan söyleyim bu sefer ben ilk balığı yakalayana kadar onun kaçırdığı balıklara seviniyordum. Yusuf iki kere şansını kaybetmişti. Ama o kaçırdıkça balıklar ona gelmeye devam etti ve nihayet peş peşe yapışan üçüncü balığı dışarı atmayı başararak “ilk balık” kategorisini kazandı. O dakikadan sonra balık bollaştı. İkimize de hemen hemen her atışımızda balık yapıştı. Bir saatin sonunda kovamızda toplam 30 parça kaba sarıkanat yatıyordu. Avın heyecanından olsa gerek belli bir yerden sonra yakaladığımız balıkları değil aradaki farkı saymaya başlamıştık. Ben 2 farkla yani 16-14 gibi çok yakın bir skorla “toplamda en fazla balık” kategorisinin galibi oldum. Yarışmanın galibini “en büyük balık” kategorisi belirleyecekti ama ikimizde bariz büyük bir lüfer yakalayamadığımız için yarışmayı berabere sonuçlandırmaya karar verdik.

Toplamda 30 sarıkanat yakalayıp bir o kadarını da kaçırdığımız bereketli bir avın ardından Yusuf’un mutluluğu yüzünden okunuyordu. Bense misafirime güzel bir av yaşatmanın gururunu yaşıyordum. Yusuf’a son derece bereketli bir sarıkanat avı yaşattığıma göre artık başka balıklara deneme vaktimiz gelmişti. Benim için her zaman yakalanan balığın sayısı değil avın kalitesi önemli olmuştur. Çoğu zaman büyük bir balık yakaladıktan sonra avın geri kalanında olta atmak yerine balığı fotoğraflamakla uğraşmışımdır. Bu yüzden yeterince sarıkanat yakalayıp zevkimizi aldığımıza kanaat getirip şansımızı biraz da tatlısu levreğinde denemeye karar verdik.

Ertesi sabah 04:00 sularında arabayla 1 saat mesafedeki tatlısu levreği merama gitmek üzere yola çıktık. Tam güneş ağarırken vardığımız barajın suları her zamanki gibi pürüzsüz ve sessizdi. Kendi geliştirmiş olduğum kıyıdan jigging yöntemini kullanmaya başladığımdan beri buradan hiç elim boş dönmemiştim. Başka bir zaman olabilirdi ama Yusuf’a trofe balıklar yakalatıp, birbirinden güzel fotoğraflarını çekmek için can attığım bugün boş dönmemeliydik. Avlanacağımız meraya vardığımızda ikimizde heyecanlı bir şekilde kullanacağımız jigleri seçip takımlarımızı hazırladık. Yusuf’un spin kamışı 10-35 g atarlı olduğu için 28 g’lık yeni aldığı savagear pshyco jigi denemeye karar verdi. Bense ağır atarlı olan teleskobik kamışıma güvendiğim için 40 g’lık tombul bir jig seçtim. Ağır jig tercih etmemin sebebi daha uzun atışlar yapabilmekti. Bu şekilde ağır jigler kullanıldığında savurma esnasında jigin kopmaması için misina da nispeten kalın seçilmelidir. Bu yüzden makineme 0.28 mm misina sarmıştım.

İlk iş olarak Yusuf’a doğru jigging aksiyonu öğretmekle başladım. Her zamanki gibi bunu da çok çabuk öğrendi. Öğrenmesine öğrendi ama yarım saat geçmesine rağmen ikimize de vuran yoktu. Bazen bu merada balık hava aydınlandıktan 1-2 saat sonra başlayabiliyordu. Bu defa da öyle olmasını umarak ava devam ettik. Saat 7 sularında nihayet ilk balığı aldım. 250 g’lık bu balıktan sonra ikimiz de peş peşe balık almaya başladık. İlk birkaç balıktan sonra fotoğraf çekme işine ağırlık verdik. Yusuf fırsattan istifade edip elindeki tüm jigleri test etmek için her balıktan sonra kullandığı jigi değiştirerek yakaladığı balıkları ağızlarında farklı jiglerle fotoğrafladı. Yakaladığımız ufak balıklar fotoğraflandıktan sonra suya, kayda değer balıklarsa Samsun’da yenmek üzere kovaya gönderildi. Jiglerimize saldıran balıklar arasında yarım kg’ye yakın trofe sayılabilcek balıklar da vardı. Öğlene doğru sonlandırdığımız tatlısu levreği avımız da en az sarıkanat avımız kadar bereketli ve eğlenceli geçmişti.

Şükürler olsun ki misafirimi bu avda da mutlu etme şansı buldum. Samsun’a döndükten sonra niyetimizde Bafra’da bulunan Derbent barajında gökkuşağı ababalığına denemek de olmasına rağmen son zamanlarda Derbent barajından gelen olumsuz haberler üzerine vazgeçtik. İzninin son gününde Yusuf’la Samsun’u gezip birkaç sarıkanat daha yakaladık. Sevgili dostum Yusuf’u otobüse uğurlarken ikimizin üzerinde de tatlı bir yorgunluk vardı. Ben Yusuf’a söz verdiğim avları yaşattığım için, Yusuf’sa kısa zamanda hayallerini kurduğu avları gerçekleştirdiği için mutlu bir şekilde bir dahaki buluşmamıza dek vedalaştık.

Kıyıdan Jigging Yöntemiyle Bereketli Bir Av – 24.12.2012

2010 Kasım ayından 2011 Haziran ayına kadar yaşadığım Antalya’nın benim üzerimdeki etkisi büyük olmuştur. Bu yedi aylık zaman dilimi içinde Antalya’nın eşsiz güzellikteki doğasıyla, çok çeşitli spor ve eğlence imkanlarıyla ve tabi ki daha önce hiç görmediğim Akdeniz balıklarıyla tanışma fırsatı buldum. O gün bugündür tekrar Antalya’da yaşayacağım günlerin hayalini kuruyorum. Antalya’da yaşadığım zamanlarda yakaladığım balıklar arasında avcılığından en çok keyif aldığım balık tral ( Caranx crysos ) olmuştu. Mükemmel süratleri ve son ana kadar sürdürdükleri mücadeleleriyle bana hayatımın en keyifli at-çek avlarını yaşatmışlardı. İşte bu yüzden bu seneki izinlerimden bir kısmını tralin en bereketli olduğu Aralık-Ocak dönemine planlayarak, Antalya’da tral peşinde koşarak geçirme kararı aldım.

Önceden edindiğim tecrübelere göre trali çeşitli maket balıklar ve kaşıklarla yakalamak mümkün olsa da hafif jiglere doğru aksiyon verildiğinde bu balıkları yakalamak çok daha kolay ve keyifli oluyor. Kıyıdan jigging yöntemini uzun süredir çeşitli balıkların avında etkili şekilde kullanan biri olarak çok çeşitli jigler ve aksiyonlar deneme fırsatım oldu. Piyasadaki hafif jiglerin büyük çoğunluğunu fiyat-performans açısından inceledikten sonra Antalya avlarımda kullanmak üzere Savagear Psycho Sprat jiglerde karar kıldım. 68 mm ve 28 g ağırlığındaki bu jigler bir çok avcı balığın mönüsünün başında gelen yemlik balıkların çok gerçekçi bir kopyası. Bu jiglere doğru aksiyon verildiğinde tıpkı yaralı bir balık gibi avcı balıkların iştahını kabartıyor.

Antalya’ya vardığım 22 Aralık gece yarısı 3 saatlik bir uykudan sonra soluğu deniz kenarında aldım. Henüz hava aydınlanmadan vardığım meramda hava serin, deniz sakindi. İlk at-çek avımda hava karanlıkken oltama yapışıp son anda kurtulan yarım kg civarı bir baraküda dışında balık vurmayınca biraz hayal kırıklığı yaşayarak avı sonlandırdım. At-çek avının sabır ve şans gerektiren bir iş olduğunu bildiğim için önümdeki avlar için umudum ve heyecanım sürüyordu. Aynı gün akşam, ertesi gün sabah ve akşam avında da arkadaşımın yakaladığı bir karışlık lahoz ve yarım kg’lik baraküda dışında balık alamadık.

Üçüncü gün sabahı hava aydınlanmadan yalnız başıma geldiğim meramda deniz beni üç metrelik dalgalarla karşıladı. Önceki günlerde üzerinden olta attığım kaya sular altındaydı. Olta atabileceğim yüksekçe bir kaya aramaya başladım. Bulduğum en uygun kaya da yüksek dalgalardan nasibini alıyordu. Başka şansım olmadığı için biraz ıslanmayı göze alarak kayanın üzerine çıktım. İlk olarak gece avlarında kullandığım sarı renkli kaliteli bir sahte balıkla denemeye karar verdim. At-çeke başlayalı 10 dk olmuştu ki çok kuvvetli bir balık yapıştı. Kısa bir mücadeleden sonra kıyıya getirdiğim balığı karanlıkta zor bela seçebiliyordum. Yaklaşık 2.5 kg’lik dev bir baraküdaydı oltanın ucundaki. Bu havada, bu yükseklikten bu balığı nasıl dışarı alacağımı düşünmeye başladım. Tamamen ıslanmayı göze alsam bile kayaların aşağısına inmek çok tehlikeliydi. Ben bu düşüncelerle boğuşurken dev bir dalga suyun üstünde yatan balığı kayaların arasına attığı sırada 0.28 mm’lik  misinam keskin bir kayaya sürtünerek koptu.

Kaçan balığa da, kopan sahteme de üzülmek fayda etmeyeceği için soğuk kanlı bir şekilde misinamın ucuna yeni bir klips ve jig bağladım. Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başladığı için jigging yapma zamanı gelmişti. En azından bir tral yakalamanın hayaliyle ava devam ettim. Çok geçmeden sağlam bir balık yapıştı. Durmadan aşağı basan bu çılgın balığın tral olduğunu hemen anladım. Misinanın suyun içindeki yüksek kayalara takılmaması için kamışı havaya kaldırarak boşluk vermeden sarıyordum. Nihayet 1 kg civarı yakışıklı bir tral suyun üstünde göründü. Tral balığının huyunu biliyordum. Ne kadar uğraşırsam uğraşayım yorulmadan mücadeleye devam edecekti. İlk kaçırdığım balıktaki senaryonun tekrarlanmasından korktuğum için balığı direk havaya kaldırdım. Balık havada kancadan kurtulup kayaların arasına, dalgaların sürekli döndüğü boşluğa düştü. Büyük bir üzüntü içinde balığın düştüğü boşluğa baktığımda kayaların arasına sıkışmış balığı gördüm. Ya bismillah diyip dalgaların geri çekildiği esnada boşluğa atlayıp balığı aldım. Zor elde edilen her şey gibi bu balık da benim için çok değerliydi. Bu balık için Samsun’dan Antalya’ya 980 km direksiyon sallamıştım.

Sonunda mükafatımı almamın rahatlığıyla ava devam ettim. Çok geçmeden bir balık daha yapıştı. İkinci tralimi aldığım düşüncesiyle balığı kıyıya getirdiğimde gelenin yakışıklı bir baraküda olduğunu fark ettim. Yine kıyıyı döven dalgalar arasında balığı çok fazla bekletmemek için çabucak kaldırıp üzerinde durduğum kayanın üstüne almayı başardım. Bu da 1 kg civarı çok yakışıklı bir balıktı. Yanımda fotoğrafımı çekecek kimse olmadığı için daha kancayı balığın ağzından çıkarmadan elimde ve kayanın üzerinde birkaç fotoğrafını çektikten sonra iyice rahatlamış olarak ava geri döndüm.

İkinci balığı yakalamamın üzerinden henüz 10 dk geçmişti ki kuvvetli bir balık daha yapıştı. Bu defaki balık diğerlerinden daha kuvvetli basıyordu. İri bir tral olmalıydı. Kıyıyı döven dev dalgalar, suyun içindeki yüksek kayalar ve üzerinde bulunduğum kayanın geride olması işimi zorlaştırdığı için av daha da heyecanlı bir hal almıştı. Adrenalin dolu birkaç dakikanın sonunda üçüncü balığı da dışarı almayı başardım. Bu seferki gerçekten iri bir traldi. Balıkla mücadeleme şahit olan genç bir arkadaşa rica edip birkaç poz fotoğraf çektirdim.

Üçüncü balıktan sonra keyfim iyice yerine geldi. Başka balık yakalayamasam da bunlar bana yeterdi. Bu avın hikayesini mutlaka yazmalıydım. Bu düşüncelerle ava devam ederken bir balık daha yapıştı. Yaklaşık 600 g’lık bu trali de rahatlıkla dışarı almayı başardım. Peşinden aynı boyda bir tral daha aldım. Önümde çok büyük bir sürü olmalıydı. Çünkü balık yapıştıktan sonra kurtulsa bile bir başkası tekrar yapışıyordu. 1 saat boyunca peş peşe tral çektim. Her balıktan sonra balığı ağzındaki jigle birlikte uzun bir fotoğraflama işine girişiyordum. Her 10-15 dk’da bir balık yapışsa da yeterince balık yakaladığıma kanaat getirip avı sonlandırdım. Fotoğraf işiyle uğraşmadan öğlene kadar at-çek yapsam çok daha fazla balık yakalayabilirdim belki ama benim için yakaladığım balığın sayısı değil avın kalitesi önemli olmuştur her zaman. Bu avda çektiğim fotoğraflar da albümümdeki en güzel tral ve baraküda fotoğrafları olacaktı.

Bereketli geçen her avın sonunda olduğu gibi balıkların toplu fotoğrafını çekmek için uygun bir kaya bulup balıkları dizdikten sonra ben de arkalarına geçip birkaç poz fotoğraf çektirdim. Üzerimde çok tatlı bir yorgunluk vardı. Eve gider gitmez sevdiğim dostlarımı telefonla arayıp mutluluğumu paylaşacak, bilgisayara attığım fotoğrafların kadrajlarıyla oynayacaktım. Sevdalısı olduğum Antalya yine bana tarif edilmez bir mutluluk yaşattı. Bu av da hayatım boyunca yaşadığım en keyifli avlardan biri olarak hafızalarımdan hiç silinmeyecek. Deniz aşığı tüm balık sevdalılarına daha iyilerinin nasip olması dileğiyle, rast gele…