Kategori arşivi: Sargoz

Dağdan İndim Denize – Final

Günlerdir süren, kimi zaman fırtına şiddetinde esen keşişleme balığı dağıttığı yetmiyormuş gibi, av keyfini de tamamen öldürmüştü. Sırf bu yüzden son iki gün sabah suyuna dahi kalkmamıştım. Hava tahmin sitelerinde rüzgarın döneceğim günün öncesinde geceden duracağı görülüyordu. Bu benim güzel bir kapanış yapmam için son fırsatım olabilirdi.

Bodrum’da avlanmaya başladığım 2010 yılından bu yana tuttuğum balıkların tamamına yakınını aynı avlaktan almıştım. İlk zamanlar alternatif avlaklar keşfetme konusunda bir hayli hevesliydim. Zamanla denediğim diğer avlaklardan verim alamayıp, tek bir noktadan üst üste güzel balıklar alınca, ben de bu noktada ısrarcı davranmaya başlamıştım. Burası beni ne vezir, ne de rezil ediyordu. Her yazımda bahsettiğim gibi bu avlakta avlandığım ilk gün güzel avlar yapıyor, ertesi günler ise kaydadeğer bir av yapamıyordum. Her ne kadar bu durumu kendimce ilk günün laneti diye adlandırdıysam da, bunun mantıklı bir açıklaması olması gerektiğini biliyordum. Bu kadar belirgin bir durum tesadüfle açıklanamazdı. Belki avlağa yerleşik balıklar ilk günden sonra sahte balığın bir tuzak olduğunu ayırt ediyorlar, ve bunu sonraki günlerde de hatırlıyorlardı. Aklıma en yatkın gelen ihtimal buydu. Buradan hareket ederek kendimce avlağı dinlendirmem gerektiği sonucuna varmıştım. Bunun için alternatif avlak olarak da yakınlardaki bir sitenin küçük mendireğini seçtim. Aslında burayı önceki yıllardan gözüme kestirmiştim, ancak o zamanlar plaja site sakinleri haricindekiler sokulmadığı için buradan avlanmam mümkün olmamıştı. Bu gittiğimde ise site sahiline girişin çevredeki komşu site sakinlerinin şikayetleri üzerine açıldığını öğrenip bu avlağı denemeye karar kıldım. Nitekim, bu yaz sonunda internetten görüştüğüm balık tutkunu arkadaşlarımdan biri burada oldukça güzel avlar yapmıştı. Ne var ki, ben buraya girişin açıldığını öğrenmemle beraber aynı gün fırtına başladı. Fırtına süresince buradaki denemelerim de diğer avlaktaki denemelerim gibi sonuçsuz kaldı. Rüzgarın olumsuz etkisi dinmeden avlak hakkında hükme varmanın doğru olmayacağını düşündüm. Fırtınanın ara verdiği ilk sabah suyunda avlağı tekrar taradım. O gün sahteye belki hayatımda almadığım kadar takip aldım. Hemen her farklı noktaya atışımda sahtenin peşinde bir girdap veya su sıçraması oluyordu. Bu takiplerin büyük bir kısmı melanur ve zarganaya aitti muhtemelen, bu yüzden sahtenin iğnelerine denk gelmediler. Ancak arada bazı ağır abilerin de sahtenin peşinden geldiği anlaşılıyordu. Hele su üstü sahtenin peşinden Jaws filmindeki köpek balığı misali yüzgeçlerinin yarısı dışarıda gelen levreği izlemek ayrı keyifliydi.

Hal böyle olunca, son denememi yapmak üzere hangi avlağa gideceğime karar vermek zorlaşmıştı. Nereye gitsem, ne yapsam derken yattığım yerde erkenden uyuyakalmıştım o gece. Bu kadar erken uyuyunca sabaha karşı 4 gibi alarma gerek duymaksızın kendiliğimden uyandım. Merdivenlerden aşağı indiğimde babamla, amcamın uyanık olduğunu gördüm. Akşamki sağlam sofra biraz midelerini rahatsız etmiş olacak ki, iki kardeşi de uyku tutmamıştı. Hazır bu saatte ayaktalarken, benimle balığa gelmelerini önerdim. Balık tutamasak bile sabah gün doğarken levreklerin şovunu izlerlerdi.

Malzemeleri toplayıp arabaya atladık, hava daha çok erkendi. Anlık bir kararla direksiyonu her zamanki avlağıma kırdım. Burası diğer avlağa göre daha erken saatte ve daha dar bir saat aralığında av veriyordu. Eğer balık alamazsam, diğer avlağa gidecektim.

Avlağa varınca bir oltayı elimde kalan kokuşmuş sübyeyle yemledim. Spin takımla ise at-çek yapmaya başladım. Ne yemli takımda, ne at-çek’te hiçbir hareket yoktu. Babamla amcama balık şimdi başladı, başlayacak diyerek hava ağarana kadar suda oynak bekledim. Baktım, bir cacık olacağı yok, hemen toplanıp diğer avlağa gitme kararı verdim. Sabah suyunu kaçırmamak için ralliden farksız 10 dakikalık bir yolculuktan sonra diğer avlağa vardık. Ben spin takım ile at-çek yapa yapa yürümeye başladım. Böyle böyle mendireğin ucuna kadar hiçbir aksiyon olmaksızın geldim. Mendireğin ucunda gelen bir iki zayıf takip beni heyecanlandırmaya dahi yetmedi. Baktım at-çek’ten bir hayır geleceği yok, babama yemli takımı açtım. Elimde kalan son sübyelerin içini suda temizleyip doğradım. Oltayı yemleyip attık. Ona da ciddi bir vuruş gelmiyordu. Bugün bize denizden hayır yok derken, temizlediğim sübyelerin artıklarına gelen ufak orfozu gördüm. Orfozu babamla amcama gösterirken kayaların arasından bir mürenin kafası gözüktü. Üçümüz oltayı filan bırakmış, denizi akvaryum izler gibi izliyorduk. Bir anda olay yerine oldukça iri bir sargoz intikal etti. Balık iri olmasına iriydi, ama hemen dibimde olduğu için yakalayabileceğime ihtimal vermiyordum. Balıkçılıkta bazı istisnaları olmakla beraber kaide “görünen balığın oltaya gelmeyeceği” yönündedir. Bu durumun nedeninin en basit haliyle açıklaması siz balığı görürken aynı zamanda balığın da sizi görmesidir. Balık suda insan gölgesi gördüğünde yeme çok daha temkinki yaklaşır ve çoğunlukla tuzağı görür. Yine de yapacak daha iyi bir şeyim olmadığı için laf olsun diye şansımı denemeye karar verdim. Önce birkaç parça sübye kesip suya attım. Sargoz ilk attığım yemlere çok temkinli yaklaştı. Önce ufak balıkların yemi biraz didiklemesine izin verdi. Sonra aralarına kendisi girip bir süre yavaşça batan yemi inceledi. Ucunda misina veya iğne olmadığını görünce dudaklarıyla yemi kavrayıp, oradan uzaklaştı. Uzaklaşmasının ardından geri dönmesi uzun sürmedi. Aynısını bir daha yaptım, bu sefer de yeme temkinli yaklaşmasına rağmen öncekine göre daha az inceleyerek yemi alıp götürdü. Böyle böyle üç dört derken sargozumuz artık hiç incelemeye girmeden yemi olduğu gibi kapıp götürmeye başlamıştı. Tam yemi alıp uzaklaştığı esnada balığın görmeyeceği şekilde 10 gram gezer kurşunlu, 0,23 FC misina bedenli, 3 numara iğneli takımı yemleyip önüme indirdim. Belki takımı tamamen kurşunsuz yapıp öyle atsaydım daha doğru olacaktı ama dedim ya balığın geleceğine pek ihtimal vermediğimden üşenip elimde var olan takımı attım. Oltayı attıktan sonra sarma telini tamamen açık bıraktım. Hepimiz biraz geri çekildik. Sadece ben göz ucundan yemi görebiliyordum. Balık alıştığı üzere geri döndü ve hiç tereddüt etmeden sübyeyi alıp uzaklaşmaya başladı. Gözden kaybolunca oltanın yanına gidip sarma telini kapattım. Birkaç saniye sonra olta dayandığı yerden denize fırlamak üzereyken hemen yakalayıp tasmayı attım. Olanlara kendim bile inanamıyordum. Bu boyda bir balığı ilk kez böyle görerek yakalıyordum. Elimdeki takımı ilk başta müthiş zorladı, ancak balığı biraz dipten kaldırıp taşlardan uzak tutunca mücadelesinin kuvveti anında azaldı. Sanki sığınabileceği taşlardan uzaklaşmak kurtulma umudunu ve azmini kırmıştı. Balığı usulca kıyıya getirip amcama kepçelettim. İçimde şaşkınlıkla karışık bir mutluluk vardı. Balığı fotograflayıp tarttım. 520 gram gelmişti.

Bana bu kadar heyecan veren balığın gramajından veya mücadelesinden çok onu görerek avlamaktı. O an balığa karşı çok garip bir merhamet duydum. Sanki normalde asla bu tuzağa gelmezmiş, belki de hayatında sadece bir kere düşeceği bir gafletten faydalanmışım gibi hissettim. Zaten eve son 10 günde dünyanın balığını sokmuştum, et sevdasında değildim, hiçbir zaman da olmamıştım. Bana yaşatacağı heyecanı yaşatmış, ben alacağım fotografları almıştım. Balık tartım fotograf çekimi vesaire derken oksijensiz kalmıştı, suya sarkıttığım kepçenin içinde bir süre kendisine gelmesini bekledim. Kısa süre sonra tekrar yüzmeye başladığını görünce balığı kepçenin içinden alarak usulca denize bıraktım. Sargozumuz biraz da olan bitenin şaşkınlığı içinde yavaşça özgürlüğe kuyruk çırptı.

Balığı bıraktığım yerden doğrulurken güzel bir kapanış yaptığımı, artık huzurla oltalarımı toplayabileceğimi düşünüyordum. Ancak ayağa kalktığımda gördüklerim karşısında fikrimi yeniden değiştirdim. Sargozu aldığım yerin biraz ilerisinde bu sefer çupralar geziniyordu. Yok canım, artık bu sefer olmaz diye içimden geçirsem de hemen sübyelerden birkaç parça alıp suyu yemledim. Az önceki balıkta aldığım riski bu sefer almaya niyetim yoktu. Spin takımdaki sahteyi çıkarıp yerine daha önceden hazırlamış bulunduğum 1 kulaçlık ,28 FC bedene bağlı 3/0 iğneyi taktım. İlk başta bu iğnenin biraz iri kaçıp kaçmayacağı konusunda tereddüt etsem de, gördüğüm çupraların bu iğneyi alabilecek boyda olduğunu düşündüm. Sübyeden iri bir parça kesip iğneyi tamamen kapatmaya özen göstererek 4-5 metre ileri attım. Aynı şekilde makinenin telini açık bırakarak yemin aşağı süzülüşünü izledim. Çupralardan biri yeme doğru yöneldi. Pek heyecanlı sayılmazdım, çupranın yemin kıyısına kadar gidip ya iğneden, ya misinadan şüphelenerek geri döneceğini düşünüyordum. Ama beklediğim gibi olmadı. Çupra yemi kaptığı gibi uzaklaşmaya başladı. Makinenin kafasından hızla misina boşalıyordu. Birkaç saniye bekleyip makinenin telini kapattım. Aynı sargozda olduğu gibi çupra da kamışı elimden alacak gibi oldu. Elimde 5-20 gram atarlı spin kamışla çuprayla mücadele etmek mükemmel bir duyguydu. Balığı karaya çıkarıp çıkarmamak nedense çok umrumda değildi. Diğer avlarımda asla yapmayacağım bir şeyi yaptım ve bu boyda bir balık oltanın ucunda mücadele ederken balığı çekmeyi bırakıp cebimden fotograf makinesinin kamerasını açarak babama verdim. Aksilik ya, babam bir türlü çekim yapmayı beceremedi. Herhalde bu esnada balık oltanın ucunda 1 dakika boyunca çıprınmıştır. Baktım, babamla bu işi beceremeyeceğim, kamerayı kendim devraldım. Bir elimde olta, bir elimde kamera; balığı hem çektim, hem videoya kaydettim. Balığı karaya çıkardığımda 3/0’lık koca iğneyi gırtlağına kadar yuttuğunu gördüm. Yutmasa bunu da salar mıydım bilmiyorum. Bu çupra da tam 500 gram gelmişti.

Son dönemdeki en farklı, en zevkli avlarımdan biri olmuştu bu av. Aynı gün uçağım olduğu için artık daha fazla kalmam mümkün değildi. Oltaları toplarken diğer gezer kurşunlu oltamın da suda olduğunu hatırladım. Olta takılmıştı. İğne üzerinde bulunduğumuz betonun altına girmişti, kurşun ise dışarıdaydı. Büyük ihtimalle sübyeleri temizlerken gördüğümüz müren yakalanmıştı. O balığı bulunduğu yerden çıkarmanın hemen hiç mümkünatı yoktu. Oltaya biraz asıldım ancak ya mürenin dişlerine, ya da duvara temas ettiği yerden misina koptu. Hedefimde olmayan bu güzel balığı ağzında iğneyle bıraktığım için biraz buruldum. Sonrasında mürenin bünyesinin bu iğnenin üstesinden kolayca geleceğini düşünüp rahatladım.

Denizin bana son anda armağan ettiği bu hediyelerle 20 günlük serüvenim de sona ermişti. Ağrı’ya dönmeden önce İstanbul’da son bir kez daha ava çıktık. Ancak gelen balıkların boylarının yapraktan ileri geçmemesi nedeniyle avdan bir keyif almadık.

Uçaktan İstanbul’a uzun bir süreliğine son kez bakarken içimde hayalini kurduğum avların büyük bölümünü gerçekleştirmiş olmanın verdiği huzur vardı.

Denizlere Kısa Bir Veda

Buraya en son yazdığım yazının ardından yaklaşık 3 ay geçmiş. O yazıyı yazarken askerliğimi 5 ayda tamamlayıp, Eylül’de de balık sezonunun başlangıcında buraya yeni yazılarla dönmeyi planlıyordum. Tanrı plan yapan kuluna yukarıdan gülermiş, benimki de o hesap kısa dönem askerlik beklerken, bir anda kendimi yedek subay olarak Tuzla Piyade Okulu’nda, oradan da Türkiye’nin en doğu ucunda buluverdim. Dolayısıyla 2012-2013 balık sezonunu başlamadan büyük oranda kapatmış bulunuyorum. Tabi ki arada yaptığım ve yapmayı planladığım ufak kaçamakları saymazsak…

Bu kaçamaklardan ilki 15 günlük dağıtım iznim oldu. Aylarca denizden uzak kalacağım için bu tatilde her zamankinden daha da çok denizle içli dışlı oldum. Balığa gittim, yüzdüm, şnorkel yaptım. Bunların haricinde bu tatilde çok uzun zamandır elimi sürmediğim housing’imi tozlu yerinden çıkararak sualtı çekimlerine yeniden başladım. Bu çekimleri ve sualtı hayatı ile ilgili gözlemlerimi burada ayrı bir başlık altında yayınlayacağım.

Yaz ayları Güney Ege bölgesinde kıyı avcılığı açısından pek fazla şey vaadetmiyor. Hem deniz suyu sıcaklığının yüksekliği, hem sahillerdeki hareketlilik ve gürültü kıyı balıklarını açığa yönlendiriyor. Yine de bu dönemde yemli avcılık ile sargoz, melanur ve çok olmasa da çupra yakalamak mümkün. Sevenleri için kefal ve sarpa da bu dönemde güzel av veriyor.
Yaptığım avlardan biraz bahsetmek gerekirse, Gümüşlük’teki geleneğimi bozmayarak ilk gün açılışını güzel bir sürprizle yaptım. Saat 4.30 gibi başladığım avda ilk önce iskeleden şeytan oltasıyla avlandım. Geceden kalıp iskelede avlananlar o saate kadar bir şey alamamış olsalar da moralimi bozmadım. Belki şans, belki değil, yerime geçer geçmez, porsiyon boyda iki adet sargoz aldım. Ardından gün ışımaya başladı ve vuruşlar güçsüzleşti. Bunun üzerine yerimi değiştirdim. Aslında aklımda madya ile avlanmak vardı ama yanıma ne olur ne olmaz diye sübye ve kalamar da almıştım. Madyanın elden çıkmayan boyası ve kokusu nedeniyle ilk sübyeyi kullanmaya karar verdim. Her zaman olduğu gibi oltayı atar atmaz ufak balıklar yemleri didikliyor, yemin iğnede duruşu bozulunca da vuran olmuyordu. Yarım saat kadar bu şekilde devam ettikten sonra güneşin suya vurmasına yakın çok güçlü bir vuruş aldım. 2 sene önce almış olduğum kiloluk çupradan bu yana beklediğim bir vuruştu bu. Balığı zaptetmek güçtü, yakalandığını anlayınca eriştelere doğru kaçmaya başladı. Oltanın eriştelere dolaşması durumunda balığın kolaylıkla kurtulabildiğini önceki deneyimlerimden çok iyi biliyordum, ama bu sefer balığı kaçırmaya hiç niyetim yoktu. Konumumu balığı kıyıya paralel çekecek kadar kaydırarak önce erişte riskini ortadan kaldırdım. Artık işim kolaydı. Oltanın ucundaki güzel bir çupra veya sargoz olmalıydı. Ama balık kıyıya gelince yanıldığımı farkettim. Karda kışta, sabah ayazında peşinde taklalar attığım levrek, neredeyse güneşin denize vurduğu vakitte köstekli dip oltasına gelmişti. Yaklaşık 750-800 gram civarı bir ispendekti. O an bu işin herhangi bir matematiğinin olmadığını tekrar anladım. Bazen her şeyi doğru yaparsınız; doğru yerde, doğru takımla, doğru zamanda orada olursunuz ama balık tutamazsınız. Bazen de, en olmayacak yerde en olmadık balığı tutarsınız. Bugün de o günlerden biriydi. Levrek geldikten sonra belki yanına bir çupra da gelir, çeşidi arttırız diye aklımdan geçse de gelen giden olmadı.

Yaz mevsiminin en sevdiğim taraflarından biri hemen avlandığınız noktada herhangi bir hazırlığa gerek duymadan, maske ve şnorkel yardımıyla keşif yapılabilmesi. Bu dalışlarımda çok sayıda çupra ve melanur görünce tatilimin geri kısmında da çok güzel avlar yapacağımı ümit etmiştim. Ancak çupra beni tamamen hayal kırıklığına uğrattı. Melanurlar arasında da istediğim boyda ancak birkaç tane yakalayabildim.

Zamanın ne getireceği belli olmaz ama şu an görünen o ki en azından birkaç ay daha denizden ve balıktan uzak kalacağım. Bu süre zarfında burada av raporlarından ziyade araştırma yazılarına ve genel konulara değinmeyi planlıyorum. Ama belli mi olur, bakarsınız buralarda da kendime bir avlak buluverir, sazanlarla alabalıklarla karşınıza çıkarım.