Kategori arşivi: Neye Niyet Neye Kısmet

Neye Niyet Neye Kısmet – 4

Karadeniz ve Marmara’da kıyıdan atıp çektiğimiz bir kaşığa vurabilecek avcı balık sayısı çok sınırlıdır. Lüfer, levrek, kıyıya inmiş bir palamut, iştahlı bir zargana, azman istavrit, çok istisnai olmak üzere de kırlangıç, kalkan veyahut iri bir eşkina… Ege ve Akdeniz’de atıp çektiğimiz bir kaşığa ise envai çeşit balık vurma ihtimali vardır. Saymaya başladığınızı duyar gibiyim. Boşuna uğraşmayın, Kızıl deniz göçmeni türleri de ilave edersek hiçbirimiz işin altından kalkamayız. Ben de yazının başında yazmaya niyetlenip sonrasında vazgeçtim. Zira sadece bu türler bile başlı başına bir kitap olur. Zaten kırk yıl düşünsek de 2010 Aralığında Antalya’da yakaladığım balık aklımıza gelmezdi. 
2010 Kasım başından 2011 Haziran başına kadar Antalya’da yaşadığım süre içerisinde iş yoğunluğum bugünküne göre çok daha düşüktü. Ömrümde ilk defa yaşayıp avlanma fırsatı bulduğum bu güzel Akdeniz şehrinde hava müsaade ettiği sürece hemen hemen her gün olta attım. 16 Aralık öğleden sonrası da liman içindeki kumluk bir meradan 20 g’lık ince uzun yapılı bir kaşıkla at-çeke başlamıştım. İlk yarım saat hiç bir takip ya da vuruş almadan atıp çektim. Sıkılıp yer değiştirmek üzereyken kaşığım 15 m önümde dipteki bir engele takıldı. Oltayı takıldığı yerden kurtarmak için asılınca oltanın ucundaki şeyin hareket ettiğini fark ettim. Tam emin olmak için kamışın ucunu yakarı kaldırıp balığın kafa darbelerini hissetmeye çalışırken kamışımın ucu öyle bir eğildi ki neredeyse olta elimden fırlayacaktı. Yine bir adrenalin patlaması yaşadım. Mücadele başlamıştı. Oltanın ucundaki ne olduğunu bilmediğim balık o  kadar kuvvetliydi ki durdurmama imkan yoktu. Makinemden yavaş ama sürekli olarak misina boşalıyordu. Tuhaf şekilde yavaş ilerliyordu balık. Balık kıyıdan açığa yüzmek yerine kıyıya paralel hareket ettiği için bir yandan balıkla mücadele ederken bir yandan da kayaların üzerinde düşmemeye dikkat ederek balığın peşi sıra ilerliyordum.

Oltanın ucundaki yavaş hareketli devle mücadele ederken aklımdan bir sürü düşünce geçiyordu. Neydi acaba oltanın ucundaki? Keler gibi kumluk meralarda yaşayan bir köpek balığı mıydı, yoksa mücadelesini bilmediğim Akdeniz’e özgü bir trofe miydi? Öğrenebilmemin tek yolu balığı görmekti ama balık kolay kolay yorulacağa benzemiyordu. Mücadeleye başlayalı 20 dakika olduğu halde balığı görememiştim. Daha fazla sabredemeyip misinayı kopartmayacak şekilde biraz asılmaya karar verdim. İçi su dolu koca bir çuval gibi ağır olan balığı zorlana zorlana kıyıya yaklaştırmayı başardığımda gördüğüm balık karşısında biraz hayal kırıklığı yaşadım. Oltanın ucundaki balık devasa bir kazık kuyruktu. Kaşığım şans eseri kanadına takılmıştı. Daha önce hiç canlısını görmesem de kuyruğunun üstünde 2 adet zehirli dikeni olan bu vatoz türünü tanıyordum. 1.5 m’ye yakın kanat açıklığıyla uçan halıyı andıran bu balığı suyun dışına nasıl alacağımı düşünmeye başladım. Balığı görmesine görmüştüm ama henüz yorulmamıştı. Bütün kuvvetiyle kanatlarını çırparak tekrar kıyıdan uzaklaştı. Balığı görmüş olmanın rahatlığıyla sakince düşünüp bir yöntem buldum. Liman içindeki gemilerin kancalı gönderleri yardımıyla balığı ağzından yakalayarak dışarı alabilirdim. Uygulamada çok zor bir yöntem olsa da 35 dakikalık mücadelenin sonunda balığı dışarı almayı başardım.

Aynı balık bugün oltama vursa bir şekilde oltadan kurtarıp zarar görmeden denize dönmesini sağlardım ama o güne kadar yakaladığım en büyük balıklardan biri olan bu kazık kuyruğu fotoğraflayıp ağırlığını öğrenme isteğim ağır bastığı için alıkoydum. Tartıya sığdırmakta bile zorlandığım 10.5 kg’lık bu kazık kuyruk gibi bir başkasıyla karşılaşmamızın daha sportif olacağı kesin.

Neye Niyet Neye Kısmet -3

Balığa çıkarken yanımıza alacağımız malzemelerin seçimi çok önemlidir. Hedefte belli başlı bir ya da bir kaç balık türü olsa da her ihtimale karşı tedarikli olmak gerekir. Yanımızda götüreceğimiz fazladan bir kaç parça malzeme yükümüzü arttırabilir, çoğu zaman av boyunca hiç kullanılmaz. Ama öyle bir an gelir ki, işte o fazladan taşıdığımız malzemeler hayatımızın en değerli avını yaşamamıza vesile olabilir. Bu konuda geçmişte yaşadığım bazı acı tecrübelerden dersimi aldım. Yıllardır balığa giderken yanıma içinde her türlü takımın bulunduğu bir çanta ve kepçe almaya özen gösteriyorum. İyi kötü ayağımı yerden kesecek bir arabam var çok şükür. Bugünlerde balığa giderken çok zorlanmıyorum. Ama arabamın olmadığı öğrencilik yıllarımda taşımakta zorlandığım onca malzemeyle kilometrelerce yürüdüğümü bilirim. 2009 Eylülünde yaşadığım bu av da iki elim dolu halde uzunca bir yolu yürümek zorunda kalışımın mükafatını aldığım avlardan biriydi.

Güzel bir Ramazan gecesinde saat gece yarısına yaklaşırken uyku tutmadı. Nicedir benimle balığa çıkmak isteyen sevgili dostum Emre Aydın’la birlikte yakındaki bir liman içinde olta atmaya karar verdik. Amacım denizin pürüzsüz olduğu gecelerde liman ışıklarının aydınlattığı su yüzeyinde dolaştığını bildiğim kefallere çarpma atmaktı. Yanıma bir kamış ve bir kaç yedek çarpma almam yeterli olacağı halde yine bir sürü malzemeyi yüklenip meranın yolunu tuttuk. Meraya vardığımızda kefaller yine yerlerindeydi. Rıhtım boyunca dolaşarak uygun pozisyondaki kefallerin hareketlerini hesaplayıp biraz önlerine ve ilerilerine attığım çarpmayı doğru zamanlamayla çekmek suretiyle herhangi bir yerlerine taktırmaya çalıştım. Açıkçası çocukluğumdan beri uyguladığım beceri isteyen bu işte ustaydım. Kısa süre içinde yarım kilonun üzerinde 4 kefal çarptıktan sonra son bir kefal daha çarpıp avı sonlandırmaya karar verdim. Çok geçmeden çarptığım 5. kefali hemen suyun dışına almak yerine eğlenmek için biraz suyun içinde gezmesine izin verdim. Oltanın ucundan kurtulmak için çeşitli manevralar yapan balığı seyrederken aniden koca bir levreğin saldırısına uğradı. Levrek önce oltanın ucundaki yarım kilo civarı balığın kafasından ısırdı. Kafasından ısırdığı balığı yutamayacağını anlayınca bırakıp seri bir hareketle kuyruğundan ısırmaya çalıştı. Yine başarılı olamayınca kaçmasına engel olduğum balığı bir kaç saniye izledikten sonra ağır ağır uzaklaştı.

Şok olmuştum. Hayatımda ilk defa oltamın ucundaki balığa bu büyüklükte bir levrek saldırıyordu. Üstelik balık yutabileceğinden çok büyük olduğu halde ısrarla denemeye devam etmişti. Oltanın ucundaki kefalin kurtulmak için yaptığı manevraların cazibesine kapılmış olmalıydı. Yaralı balıkların avcı balıkları nasıl cezbettiğine bir kez daha şahit olmuştum. O an ilk aklıma gelen canlı bir balığı şeytan oltasına takıp atmak oldu. Ama kovamda uygun boyda bir balık yoktu ve yemim olmadığı için yakalamam zaman alırdı. Bir kaç saniye düşündükten sonra yanımda getirdiğim çantamın içindeki maket balıklarla denemeye karar verdim. Çantamın içindeki maket balıkların arasından seçtiğim 12 cm’lik ilaryaya benzeyen bir tanesini oltamın ucuna takıp vakit kaybetmeden salladım. İlk iki atışımda maket balık önüme gelene kadar vuruş ya da takip alamadım. Üçüncü atışımda da her an balık vuracakmış gibi heyecanla çektiğim maket balığım görüş mesafeme gelene kadar hiç bir hareket olmadı. Önüme kadar gelen maket balığı tekrar sallamak için sudan kaldırmaya hazırlandığım esnada koca bir levrek dipten fırlayıp maket balığımı yuttu.

Yakalanmanın şokuyla bir anlık olduğu yerde kalan balık şoku atlatır atlatmaz açığa doğru fişekleyip gözden kayboldu. Aman Allah’ım bu nasıl bir kaloma alma! Yaklaşık bir dakika boyunca makinemin kaloması hiç susmadı. Heyecandan dizlerimin zangır zangır titrediğini hatırlıyorum. İlk fişeklemede makinemden 100 metreye yakın misina boşaltan balık yorulma emareleri gösterince sarmaya başladım. 5 dakikaya yakın süren mücadelenin sonunda rıhtım duvarının dibine yaklaştırdığım balığı Emre’nin yardımıyla kepçelemeyi başardık. İkimizde mutluluktan havalarda uçuyorduk. Hiç aklımızda yokken ani bir kararla çıktığımız avda trofe bir levrek yakalamıştık. Bir kaç dakika önce oltamızın ucundaki kefale saldıranla aynı boydaki levreğin ağzındaki maket balığı bile çıkartmadan fotoğraf çektirme işine koyulduk.

Yakaladığımız levrekten sonra yarım saat daha at-çek yapıp vuruş alamayınca avı sonlandırdık. Emre’yle avdan döndükten sonra sahur vaktine kadar biraz zaman geçirdik. Sabahın 4’ü gibi sahur yemeğimizi yedikten sonra aklımız yine balıklara gitti. Ertesi günün tatil olmasını fırsat bilip uyumak yerine kendimizi tekrar limana attık. Bir kaç saat önce levreği yakaladığımız yerden başlayarak liman mendireğinin ucuna kadar at-çek yaparak yürüdük. Sabah ezanı okunduktan sonra geceyi liman içinde avlanarak geçiren levreklerin limandan çıkış yapacağını düşündüğüm için mendirek burnunda denemeye devam ettim.  Emre’ye sohbet ederek at-çek yapmaya devam ederken kıyıdan 20 m kadar açıkta sağlam bir vuruş daha aldım. Kamışımın ucu yine yay gibi eğilip makinemden misina boşalmaya başladı. Bu defaki balık da en az ilk balık kadar sağlam asılıyordu. Oltamın ucundaki gecenin ikinci trofe levreğiyle mücadele ederken sanki her zaman yaşadığım bir durummuş gibi telaşsız ve rahattım. Kah fişekleyip kah teslim olan balıkla sakin bir şekilde mücadele edip Emre’nin elindeki kepçenin içine sokmayı başardım.

Senelerdir kim bilir kaç gece balıkta sabahladık, kaç günümüz at-çek yapmakla geçti? Onca hazırlık yapıp trofe balık hayaliyle başladığımız avların çoğunda beklediğimizi bulamadık, boş döndük. Bazen de hiç hesapta yokken trofe balıklar tuttuk, kovalarımızı doldurduk. İşte böyle acayip bir tutku bu. Hesaplar her zaman tutmuyor. Bazen sadece nasibinde olanı tutuyor insan…

Neye Niyet Neye Kısmet -2

Deniz her zaman sürprizlerle doludur. Balıkçıyı şaşırtmayı sever. Hiç ummadığınız anlarda size öyle güzel hediyeler sunar ki, gökte aradığınızı yerde bulmuş hissine kapılırsınız.  Bu, bazen hemen yanı başınızda meydana gelen bir beslenme çılgınlığı, bazen de başka bir balık hedefiyle salladığınız oltanıza takılan umulmadık bir balık olabilir. Hemen her balıkçının bu tarz anıları vardır. 19 yıllık amatör balıkçılık hayatımda deniz ana zaman zaman benim için de böyle güzel sürprizler yaptı. Bu sürprizlerin içinde en şaşırtıcı olanlardan biri de 5 Şubat 2010 tarihinde buz gibi bir havada gerçekleştirdiğim gece avında oltama takılan umulmadık bir misafirdi.

2006-2010 yılları arasında Tuzla’da okudum. Okulum yatılı  olduğu halde sınav haftaları dışında fırsat buldukça yakınlardaki bir limandan olta atabiliyordum. Kış mevsimi burada kıyı balıkçılığı açısından kısır geçse de poyraz kuvvetli esip, dev dalgalar liman mendireğinin dış cephesini dövdüğünde liman içindeki derin ve kayalık meralarda zaman zaman çok iri baltabaş karagözler alınabiliyor. Özellikle de soğuk ve karlı gecelerde aynı merada trofe boylarda baltabaş karagözler yakalamışlığım var. 2009’u 2010’a bağlayan kış da trofe karagöz hayaliyle aynı merada denemeler yaptım. Özellikle poyrazın sert estiği, havanın buz kestiği gecelerde sevgili dostum Burçak ile sımsıkı giyinip kendimizi deniz kenarına attık. Bulabildiğimiz en iri canlı tekelerle yemlediğimiz 0.28 mm’lik 3 köstekli dip takımlarımızı kıyıdan 25 m kadar salladıktan sonra kayaların arasındaki uygun bir yere sabitleyip gözümüzü kamışlarımızın ucundaki fosforlardan ayırmadan saatlerce sohbet ettik. O sene trofe karagöz yakalayamasak da 300 g civarı porsiyonluk karagözlerden bolca nasibimizi aldık.

Havanın gayet bozuk, dolayısıyla karagöz avı için uygun olduğu 5 Şubat gecesi de Burçak’la birlikte karagöze denemeye karar verdik. O gece sadece benim oltam olduğu halde Burçak beni yalnız bırakmamıştı. Birlikte avda kullanmak üzere yeteri kadar teke yakaladıktan sonra olta atacağımız yere vardık. Şansıma ilk atışımı yapar yapmaz güzel bir vuruş aldım. Gelen porsiyonluk bir karagöz olsa da ümitlenmiştik. İkinci atışımda da vuruşun gelmesi gecikmedi. Aynı boyda bir karagözü daha zorlanmadan dışarı aldım. Anlaşılan güzel bir sürü vardı. Sürünün arasında trofe boyda balıklar da olmasını ümit ederek ava devam ettik. Her vuran balıkta tasmayı vurduktan sonra kuvvetli bir balık hissetmeyi hayal ettiysem de gelen balıklar tornadan çıkmış gibi hep aynı boydaydı. 1 saatlik avın sonunda kovamızda 5 adet porsiyonluk karagöz olmuştu. Sürü yer değiştirmiş olacak ki son 15 dakikadır suda olan oltama vuran olmamıştı. Yemlerimi kontrol etmek için oltamı çekip farklı bir yere salladım.

Yine uzun bir süre vuruş alamayınca 10 dakika daha bekleyip avı sonlandırmaya karar verdik. Bu arada kovadaki balıkları fotoğraflama işine koyulmaya karar vermiştim ki kayaların arasına sabitlediğim kamışımın ucu eğiliverdi. Oturduğum yerden fırlayıp tasmayı vurmamla birlikte bu defa sağlam bir balık yakaladığımı anladım. İçimden nihayet trofe karagözü aldım diye geçirirken oltanın ucundaki balıkta bir acayiplik fark ettim. Balık tipik bir karagözün yapacağı gibi dibe basmak yerine yukarı fırlamıştı. Karagöz olmasına imkan yoktu. Bu olsa olsa iri bir levrekti. Yüzeydeki bir mücadeleyi her zaman kayalık dipteki mücadeleye tercih edeceğim için biraz rahatlamış olarak mücadeleye devam ettim. Kısa sürede yorulan balığı kıyıya yaklaştırırken Burçak’tan kepçeyi suyun içine sokup beklemesini istedim. Nihayet kıyıya yaklaştırmayı başardığım balığı Burçak’ın elindeki kepçenin içine sokmaya çalışırken gördüğüm şey karşısında hayretler içinde kaldım. Bu ne biçim bir levrekti. Sipsivri burnu ve yemyeşil sırtıyla şahane bir torikti oltanın ucundaki. “Burçak toriiiiiik!” diye sevinçle bağırırken balığı kepçenin içine sokmayı başardık.

Birisi gelip de bana “Kışın ortasında, gece yarısı, liman içinde, klasik dip oltasına teke takarak torik yakalanır mı?” diye sorsa hiç ihtimal yok derdim. Muhtemelen siz de aynı cevabı verirdiniz. Ama deniz bu, sürprizlerle dolu. Bazen siz balığa gitmezsiniz, o gelir sizi bir şekilde bulur.

Neye Niyet Neye Kısmet

Balık işi bazen gerçekten şans işidir. Saatlerce boşa olta atarsınız, siz gittikten hemen sonra balık başlar. Ya da alakasız bir saatte kıyıya müthiş bir sürü iner, siz meraya varmadan hemen önce balık keser. Özellikle lüfer avında daha çok başımıza gelen bir durumdur bu. Lüferin avlandığı saati kestirmek zordur. Daha çok sabah ve akşam saatlerinde av verse de kalabalık sürüler halinde günün herhangi bir saatinde kıyıya inip av verdiği de olur. İşte bu noktada şans devreye girer. Böyle bir sürüye denk gelecek kadar şanslıysanız eğer, ummadığınız bir zamanda hayatınızın en keyifli avını yapabilirsiniz. Ya da başınıza yıllar önce benim başıma gelen gibi bir olay gelebilir.

2007 sonbaharı İzmit Körfezi’nde lüferin bereketli olduğu bir sezondu. Modern spin takımlarıyla tanışmadığım, ağır kamış ve makinelerle at-çek yaptığım yıllardı. Bir sabah yine kaşığıma yapışacak lüferlerin hayaliyle hava aydınlanmadan önce lüfer merasındaki yerimi kapmıştım. Merada benim haricimde en az elli kişi daha at-çek saatinin gelmesini bekliyordu. Sabah ezanından 15 dakika sonra lüferler saldırıya geçti. Sırayla herkes kaşıklarına yapışan dişli canavarları çekmeye başladı. Kimine vurdu bıraktı, kimi kıyıya çok az kala kaçırdı, kimi de havada çılgınlar gibi çırpınan lüferleri kaldırıp arkasına atmayı başardı. Sürü kıyıda 10 dakika yoğun biçimde avlandıktan sonra tekrar kayboldu. O sabah lüfer alamayan kimse olmadı. Şanslı olanlar üçer beşer lüfer çıkarmayı başarırken daha az şanslı olanların kovasında tek lüfer vardı. Kovamdaki 3 lüfer ile ben de günün şanslılarından sayılırdım.

Balık kestikten sonra yarım saat daha olta atıp evimin yolunu tuttum. Niyetimde öğlene doğru gelip tekrar denemek vardı. Son zamanlarda öğlen saatlerinde de çok güzel lüfer yaptığını duymuştum. Adam başı 20-30 parça gibi rakamlar telaffuz ediliyordu. Öyle bir sürüye denk gelmek en büyük hayalimdi. Evime gidip kahvaltımı yaptıktan sonra saat 11:30 gibi tekrar lüfer merasına döndüm. Meraya vardığımda yaklaşık 20 balıkçıyı oltalarını kayaların arasına dikmiş, muhabbet eder halde buldum. Olta atabileceğim uygun bir yere geçip “Rast gele, var mı balık?” diye sordum. Balıkçılardan biri “Geç kaldın. Saat 10 gibi bir balık başladı. 1 saat boyunca herkes at-çek lüfer çekti. Sonra balık kesti.” diye cevap verdi. İkna olmak için balıkçıların yan ayana duran 3 kovasına baktım. Kovaların hepsi tepeleme lüferle doluydu. Resmen dünyam yıkıldı. Hayatımın lüfer avını kaçırmıştım. Ne vardı ki eve gidecek. Şurada oturup sürünün gelmesini bekleseydim keşke diye kendime kızdım.

Yapacak bir şey yoktu. Sürüden kalan son balıkları kandırabilmek umuduyla at-çek yapmaya koyuldum. 15 dakika boyunca durmadan atıp çektiğim halde vuran olmadı. Sürü tamamen kaybolmuş gibiydi. Şansıma küsmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Nafile atışlarıma devam ederken aklıma bir şey geldi. Belki de balık derine inmişti. Bir kaç kez de kaşığı tamamen dipten çekerek denemeye karar verdim. 50 metre kadar salladığım kaşığımın dibe batmasını bekledikten sonra orta hızda çekmeye başladım. 10 m kadar sardıktan sonra oltam dipte bir şeye takılmış gibi mıhlanıp kaldı. Dibe takılıp takılmadığını anlamak için kamışımı yukarı kaldırdığımda kafa darbelerini hissettim. Hayır dibe takılmamıştı. Oltanın ucundaki çok sağlam bir balıktı. Birden vücudum adrenalinle doldu. Oltanın ucundaki ne olduğunu bilmediğim balıkla mücadele ederken çevremdeki balıkçılar da yanıma gelip beni seyretmeye başlamışlardı. “Levrektir o.” gibi tahminlerde bulunduklarını duyabiliyordum. Ben ağır ağır çekerken balık da fişeklemek yerine sert kafa darbeleri vurarak mücadele veriyordu. Balık kıyıya yaklaştıkça heyecanım daha da arttı. Oltamın ucundaki levreğin pırıl pırıl görüntüsü görmek için sabırsızlanıyordum. Balık kıyıya iyice yaklaşınca görmeyi beklediğim pırıl pırıl levrek yerine kıpkırmızı bir balık çıktı karşıma. Kısa bir şaşgınlıktan sonra oltanın ucundakinin dev bir kırlangıç olduğunu anladım. Hayatımda ilk defa bu boyda bir kırlangıç yakaladığımdan kaçmaması için dua ederek çekip balığı dışarı almayı başardım.

2007 sonbaharından bugüne kadar geçen zaman içinde o kırlangıçtan daha büyüğünü yakalayamadım. O gün lüfer bereketini kaçırmamış olsaydım belki de bu güzel kırlangıcı yakalayamamış olacaktım. Bu şans değil de nedir? Bazen her şeyi doğru yapsanız da kısmetinizde yoksa olmuyor. Kısmetinizde olan balık da alakasız bir zamanda kaşığınıza atlayıp sizi bulabiliyor. Atalarımız boşuna dememiş. Rast gele…