Kategori arşivi: Melanur

Ege’de İlk Av (Ağustos’10)

Balık Günlükleri fikrini hayata geçirmeden önce de çeşitli platformlarda avlarımı paylaşıyordum. Maalesef bu yazıların bir kısmı bulundukları sayfaların kapanması nedeniyle tarihe karıştı. Diğer yazılarımı hem aynı akıbete uğramaması, hem de eski anılarımı tekrar canlandırması için buradan paylaşmak istedim.

(4-9 Ağustos 2010)


Ailemin Nisan ayında Bodrum Gümüşlük’e taşınmasından bu yana fırsat buldukça sık sık yanlarına gidip geliyorum. Ancak genelde kaldığım sürenin haftasonuyla sınırlı olmasından ötürü bugüne denk ciddi bir avlanma denemesi yapamamıştım. Nihayet yıllık izinden istifade rahat rahat olta atmak için fırsat buldum.

Yeni avlak, yeni balıklar, yeni takımlar… Kaç senedir balık tutarsanız tutun, gittiğiniz yeni avlağın acemisisinizdir. Bu noktada tecrübe uyum sağlama hızını belirler. Karadeniz’de ilk lüferimi 9-10 yaşımda tutmuşumdur. Karadeniz için hemen hemen 15 senelik bir tecrübem söz konusu.. İstanbul’a yerleşeli ise 7 sene oldu. Buradaki ilk 1-2 senemde zaten çok sık Ereğli’ye gidip geldiğim için İstanbul’da kıyıdan olta atma gereği duymamıştım. Yani Boğaz ve çevresi kıyı avcılığı için de tecrübemin geçmiş 5 seneye dayandığını söyleyebilirim. Bunun dışında Marmara’nın geri kalanı, Ege ve Akdeniz için tecrübem sadece bir kaç sefer olta atmaktan ibaret. Ege ve Akdeniz’i daha çok bu denizlerde yaptığım dalışlardan tanımaktayım.

Ailemin yılın büyük bölümünde Bodrum’da yaşayacak olması ve Ereğli’de bağlı olan teknemizi de buraya taşımamız benim balıkçılığım için de yeni bir sayfa açmam anlamına geliyor. Hem kıyı, hem açık deniz avlarında başarılı olabilmek için katetmem gereken uzun bir yol var. Açık deniz taşlarını, kıyı avlaklarını ve kısmen yeni yöntemleri öğrenmem gerekiyor.

Daha önceki gidişlerimde burada çeşitli gözlemler yapma fırsatı bulmuştum. Bölgede avlananlarla yaptığım sohbetlerde koyun içinde genellikle kefal ve sarpa çıktığını, bunun dışında pek balık olmadığını belirtmişlerdi. Gümüşlük koyunun içi sıklıkla erişteliklerle kaplı. Bu yüzden klasik dip oltasını her yerde çalıştırmak mümkün değil. Bu gittiğimde her şeyden önce maske-şnorkel yardımıyla dip oltasıyla avlanmaya uygun yerleri tespit ettim. Uygun avlak olarak eriştenin nispeten seyrek olduğu, 1 metrelik sığlıktan 8-10 metreye dik inen bir yamacı seçtim. Sığ olsun, derin olsun tüm derinliklerde yamaç bölgeler her zaman daha fazla balığın dikkatini çeker. Hemen her sabah 5.30-9:30 arasında bu bölgeden olta attım.

Takımım beden ve köstekler 0,28 FC misina olmak üzere, çift köstek 5 numara Owner Seigo’dan ibaretti.

Yakın çevreden taze mamun, boru kurdu gibi yemleri bulmak mümkün değildi. Turgutreis’ten almış olduğum dondurulmuş mamun ise kıyıdan atışlar için hiç uygun değildi. Yem olarak çoğunlukla taşların arasından topladığım madyaları ve balıkçıdan aldığım kalamar ayaklarını kullandım. Bu bölgeden alabildiğim tek kayda değer balığı da kalamar ayağıyla aldım. Bunun dışında kullandığım tüm yemler, sağlamlığıyla ünlü madya dahil olmak üzere ufak balıkların hışmına uğradı. 5 gün bıkıp usanmadan yaptığım kıyı denemelerinin 2. günü sabah hava aydınlanırken aldığım kilo civarı çipura Gümüşlük’ün bana hoşgeldin hediyesi oldu.

Diğer günlerde buradan yapmış olduğum denemeler sonuç vermedi. Almış olduğum birkaç lidaki, ufak sargoz ve çeşitli türlerdeki ıskarta balığı denize iade ettim.

Dip yemlisi haricinde gündüzleri iskele dibinde görmüş olduğum melanurlar bana kırk takla attırmış olmalarına karşın oltama yüz vermemişlerdi. Turgutreis’teki malzemeciye bu balıkları nasıl yakalayabileceğimi sorduğumda bana kıbrıs oltasını önermesi pek aklıma yatmamıştı. O kadar uyanık bir balığı kıbrıs gibi kaba bir takımla yakalamak bana pek mümkün gelmiyordu. Şansımı bir de gece denemeye karar verdim. Takımı olabildiğince sade tutarak bu huylu balığı ürkütmemeye çalıştım. Malzemecinin bana önermiş olduğu 0,35 misina yerine 0,24 naylon misina, kıstırma kurşun ve kıstırmanın 15 cm kadar altına koyduğum tek iğne ve dondurulmuş mamun ile avlandım. Akşam karanlık çöktükten hemen sonra beklediğim vuruş oltanın ucundaydı. Tartıda genelde 250-350 gram civarı olan bu balıkların oltada verdiği mücadele tarifsizdi. Melanurların arasında gelen sargozlar da çok iri olmamasına rağmen ava renk katıyordu. 2 gecelik avımda ufak sargoz ve melanurları, ve av sonunda kovada canlı kalan tüm balıkları denize iade ettim.

Bu sırada oltama takılan kardinal balığını da (Apogon imberbis) fotograflayıp denize iade ettim. Gündüz dalışlarında kaya gölgelerinde ve mağaralarda sıkça rastlanan bu balık, gece buralardan çıkarak aktif biçimde avlanıyor.

Bu avlar dışında yine dalışla yerini tespit ettiğim bir çupra merasında şansımı denedim.. Avlağın derinliği 7-8 metre civarı, ve dibi tamamen eriştelikti. Avlakta bulunan kilo ve üstü çipuralar daha ziyade orta suda geziyorlardı. Şamandıralı stoperli düzenekle takımı eriştelerin üzerinde tutup bu çipuralardan birkaçını avlamayı hedeflesem de bu konuda başarılı olamadım.

6 günlük av maceram son tutmuş olduğum bu melanurlarla sona erdi. En başta dediğim gibi acemisi olduğum bir deniz için çok da kötü sayılmayacak bir başlangıçtı. En azından yanımdan geçen diğer oltacıların “Burada böyle balık çıkıyor muymuş?” diye şaşırması bile yetti. Tekneyi denize indirdiğimizde çok daha büyük tecrübelerin beni beklediğine eminim. Şimdilik bu kadar…

Denizlere Kısa Bir Veda

Buraya en son yazdığım yazının ardından yaklaşık 3 ay geçmiş. O yazıyı yazarken askerliğimi 5 ayda tamamlayıp, Eylül’de de balık sezonunun başlangıcında buraya yeni yazılarla dönmeyi planlıyordum. Tanrı plan yapan kuluna yukarıdan gülermiş, benimki de o hesap kısa dönem askerlik beklerken, bir anda kendimi yedek subay olarak Tuzla Piyade Okulu’nda, oradan da Türkiye’nin en doğu ucunda buluverdim. Dolayısıyla 2012-2013 balık sezonunu başlamadan büyük oranda kapatmış bulunuyorum. Tabi ki arada yaptığım ve yapmayı planladığım ufak kaçamakları saymazsak…

Bu kaçamaklardan ilki 15 günlük dağıtım iznim oldu. Aylarca denizden uzak kalacağım için bu tatilde her zamankinden daha da çok denizle içli dışlı oldum. Balığa gittim, yüzdüm, şnorkel yaptım. Bunların haricinde bu tatilde çok uzun zamandır elimi sürmediğim housing’imi tozlu yerinden çıkararak sualtı çekimlerine yeniden başladım. Bu çekimleri ve sualtı hayatı ile ilgili gözlemlerimi burada ayrı bir başlık altında yayınlayacağım.

Yaz ayları Güney Ege bölgesinde kıyı avcılığı açısından pek fazla şey vaadetmiyor. Hem deniz suyu sıcaklığının yüksekliği, hem sahillerdeki hareketlilik ve gürültü kıyı balıklarını açığa yönlendiriyor. Yine de bu dönemde yemli avcılık ile sargoz, melanur ve çok olmasa da çupra yakalamak mümkün. Sevenleri için kefal ve sarpa da bu dönemde güzel av veriyor.
Yaptığım avlardan biraz bahsetmek gerekirse, Gümüşlük’teki geleneğimi bozmayarak ilk gün açılışını güzel bir sürprizle yaptım. Saat 4.30 gibi başladığım avda ilk önce iskeleden şeytan oltasıyla avlandım. Geceden kalıp iskelede avlananlar o saate kadar bir şey alamamış olsalar da moralimi bozmadım. Belki şans, belki değil, yerime geçer geçmez, porsiyon boyda iki adet sargoz aldım. Ardından gün ışımaya başladı ve vuruşlar güçsüzleşti. Bunun üzerine yerimi değiştirdim. Aslında aklımda madya ile avlanmak vardı ama yanıma ne olur ne olmaz diye sübye ve kalamar da almıştım. Madyanın elden çıkmayan boyası ve kokusu nedeniyle ilk sübyeyi kullanmaya karar verdim. Her zaman olduğu gibi oltayı atar atmaz ufak balıklar yemleri didikliyor, yemin iğnede duruşu bozulunca da vuran olmuyordu. Yarım saat kadar bu şekilde devam ettikten sonra güneşin suya vurmasına yakın çok güçlü bir vuruş aldım. 2 sene önce almış olduğum kiloluk çupradan bu yana beklediğim bir vuruştu bu. Balığı zaptetmek güçtü, yakalandığını anlayınca eriştelere doğru kaçmaya başladı. Oltanın eriştelere dolaşması durumunda balığın kolaylıkla kurtulabildiğini önceki deneyimlerimden çok iyi biliyordum, ama bu sefer balığı kaçırmaya hiç niyetim yoktu. Konumumu balığı kıyıya paralel çekecek kadar kaydırarak önce erişte riskini ortadan kaldırdım. Artık işim kolaydı. Oltanın ucundaki güzel bir çupra veya sargoz olmalıydı. Ama balık kıyıya gelince yanıldığımı farkettim. Karda kışta, sabah ayazında peşinde taklalar attığım levrek, neredeyse güneşin denize vurduğu vakitte köstekli dip oltasına gelmişti. Yaklaşık 750-800 gram civarı bir ispendekti. O an bu işin herhangi bir matematiğinin olmadığını tekrar anladım. Bazen her şeyi doğru yaparsınız; doğru yerde, doğru takımla, doğru zamanda orada olursunuz ama balık tutamazsınız. Bazen de, en olmayacak yerde en olmadık balığı tutarsınız. Bugün de o günlerden biriydi. Levrek geldikten sonra belki yanına bir çupra da gelir, çeşidi arttırız diye aklımdan geçse de gelen giden olmadı.

Yaz mevsiminin en sevdiğim taraflarından biri hemen avlandığınız noktada herhangi bir hazırlığa gerek duymadan, maske ve şnorkel yardımıyla keşif yapılabilmesi. Bu dalışlarımda çok sayıda çupra ve melanur görünce tatilimin geri kısmında da çok güzel avlar yapacağımı ümit etmiştim. Ancak çupra beni tamamen hayal kırıklığına uğrattı. Melanurlar arasında da istediğim boyda ancak birkaç tane yakalayabildim.

Zamanın ne getireceği belli olmaz ama şu an görünen o ki en azından birkaç ay daha denizden ve balıktan uzak kalacağım. Bu süre zarfında burada av raporlarından ziyade araştırma yazılarına ve genel konulara değinmeyi planlıyorum. Ama belli mi olur, bakarsınız buralarda da kendime bir avlak buluverir, sazanlarla alabalıklarla karşınıza çıkarım.