Kategori arşivi: Karagöz

Neye Niyet Neye Kısmet -2

Deniz her zaman sürprizlerle doludur. Balıkçıyı şaşırtmayı sever. Hiç ummadığınız anlarda size öyle güzel hediyeler sunar ki, gökte aradığınızı yerde bulmuş hissine kapılırsınız.  Bu, bazen hemen yanı başınızda meydana gelen bir beslenme çılgınlığı, bazen de başka bir balık hedefiyle salladığınız oltanıza takılan umulmadık bir balık olabilir. Hemen her balıkçının bu tarz anıları vardır. 19 yıllık amatör balıkçılık hayatımda deniz ana zaman zaman benim için de böyle güzel sürprizler yaptı. Bu sürprizlerin içinde en şaşırtıcı olanlardan biri de 5 Şubat 2010 tarihinde buz gibi bir havada gerçekleştirdiğim gece avında oltama takılan umulmadık bir misafirdi.

2006-2010 yılları arasında Tuzla’da okudum. Okulum yatılı  olduğu halde sınav haftaları dışında fırsat buldukça yakınlardaki bir limandan olta atabiliyordum. Kış mevsimi burada kıyı balıkçılığı açısından kısır geçse de poyraz kuvvetli esip, dev dalgalar liman mendireğinin dış cephesini dövdüğünde liman içindeki derin ve kayalık meralarda zaman zaman çok iri baltabaş karagözler alınabiliyor. Özellikle de soğuk ve karlı gecelerde aynı merada trofe boylarda baltabaş karagözler yakalamışlığım var. 2009’u 2010’a bağlayan kış da trofe karagöz hayaliyle aynı merada denemeler yaptım. Özellikle poyrazın sert estiği, havanın buz kestiği gecelerde sevgili dostum Burçak ile sımsıkı giyinip kendimizi deniz kenarına attık. Bulabildiğimiz en iri canlı tekelerle yemlediğimiz 0.28 mm’lik 3 köstekli dip takımlarımızı kıyıdan 25 m kadar salladıktan sonra kayaların arasındaki uygun bir yere sabitleyip gözümüzü kamışlarımızın ucundaki fosforlardan ayırmadan saatlerce sohbet ettik. O sene trofe karagöz yakalayamasak da 300 g civarı porsiyonluk karagözlerden bolca nasibimizi aldık.

Havanın gayet bozuk, dolayısıyla karagöz avı için uygun olduğu 5 Şubat gecesi de Burçak’la birlikte karagöze denemeye karar verdik. O gece sadece benim oltam olduğu halde Burçak beni yalnız bırakmamıştı. Birlikte avda kullanmak üzere yeteri kadar teke yakaladıktan sonra olta atacağımız yere vardık. Şansıma ilk atışımı yapar yapmaz güzel bir vuruş aldım. Gelen porsiyonluk bir karagöz olsa da ümitlenmiştik. İkinci atışımda da vuruşun gelmesi gecikmedi. Aynı boyda bir karagözü daha zorlanmadan dışarı aldım. Anlaşılan güzel bir sürü vardı. Sürünün arasında trofe boyda balıklar da olmasını ümit ederek ava devam ettik. Her vuran balıkta tasmayı vurduktan sonra kuvvetli bir balık hissetmeyi hayal ettiysem de gelen balıklar tornadan çıkmış gibi hep aynı boydaydı. 1 saatlik avın sonunda kovamızda 5 adet porsiyonluk karagöz olmuştu. Sürü yer değiştirmiş olacak ki son 15 dakikadır suda olan oltama vuran olmamıştı. Yemlerimi kontrol etmek için oltamı çekip farklı bir yere salladım.

Yine uzun bir süre vuruş alamayınca 10 dakika daha bekleyip avı sonlandırmaya karar verdik. Bu arada kovadaki balıkları fotoğraflama işine koyulmaya karar vermiştim ki kayaların arasına sabitlediğim kamışımın ucu eğiliverdi. Oturduğum yerden fırlayıp tasmayı vurmamla birlikte bu defa sağlam bir balık yakaladığımı anladım. İçimden nihayet trofe karagözü aldım diye geçirirken oltanın ucundaki balıkta bir acayiplik fark ettim. Balık tipik bir karagözün yapacağı gibi dibe basmak yerine yukarı fırlamıştı. Karagöz olmasına imkan yoktu. Bu olsa olsa iri bir levrekti. Yüzeydeki bir mücadeleyi her zaman kayalık dipteki mücadeleye tercih edeceğim için biraz rahatlamış olarak mücadeleye devam ettim. Kısa sürede yorulan balığı kıyıya yaklaştırırken Burçak’tan kepçeyi suyun içine sokup beklemesini istedim. Nihayet kıyıya yaklaştırmayı başardığım balığı Burçak’ın elindeki kepçenin içine sokmaya çalışırken gördüğüm şey karşısında hayretler içinde kaldım. Bu ne biçim bir levrekti. Sipsivri burnu ve yemyeşil sırtıyla şahane bir torikti oltanın ucundaki. “Burçak toriiiiiik!” diye sevinçle bağırırken balığı kepçenin içine sokmayı başardık.

Birisi gelip de bana “Kışın ortasında, gece yarısı, liman içinde, klasik dip oltasına teke takarak torik yakalanır mı?” diye sorsa hiç ihtimal yok derdim. Muhtemelen siz de aynı cevabı verirdiniz. Ama deniz bu, sürprizlerle dolu. Bazen siz balığa gitmezsiniz, o gelir sizi bir şekilde bulur.

Baltabaş Karagöz

İşte Marmara’da yakalamaktan en çok zevk aldığım balık. Baltabaş karagöz ( Diplodus sargus ), Egelilerin deyimiyle sargoz. Özellikle zıpkıncılar tarafından çok rahatsız edildiği için Marmara’da sadece bazı korunaklı bölgelerde av verir. Bir numaralı yemi canlı iri tekedir. Avı daha çok gece yapıldığı halde gündüz de oltaya vurduğu olur. Bu balık gündüz yakaladığım nadir iri baltabaşlardan olduğu için fotoğrafları en çok içime sinen balık oldu. Gece çektiğim fotoğraflarda makinenin flaşından dolayı karagözü karagöz yapan çizgiler silikleşiyor. Avda kullandığım takım top şamandıra altında 2 m 0.28 mm serbest misina ve ucunda 3 numara sağlam bir kancadan ibaretti. Bildiğiniz bakir meralar varsa ve Marmara’nın ağır abisinin peşine düşmeyi düşünürseniz Ocak-Şubat aylarının karlı ve fırtınalı günlerinde liman mendireklerinin iç tarafındaki kuytu yerlerde denemenizi tavsiye ederim. Mera derin ise şamandıralı takım yerine klasik köstekli dip takımıyla da deneyebilirsiniz. Dip takımını tercih ederseniz köstekleri bir miktar kalın ( 0.30-0.35 mm ) tutmakta fayda var…

Tuzla’nın Baltabaşları…

Balığın tam vurmaya başladığı dönemde, henüz 2 levrek alabilmişken, Samsun’daki bahar levreği furyasını bırakıp Tuzla’ya yerleşmek benim için biraz hüzünlü oldu. İşim icabı 23 Nisandan itibaren 2.5 ay burada yaşayacaktım. Tuzla’daki mesaim, Samsun’dakine göre daha yoğun ve yorucu olacağı için balık tutmaya çok fazla vakit ayıramayacağımı bildiğim halde arabamın bagajını balık malzemesiyle doldurmaktan kendimi alamadım. Her gün en azından yarım saat olta atmama kim engel olabilirdi ki? Samsun’daki avlağım bana şimdiye kadar çok büyük levrekler sunmasa da hemen hemen hiç bir avdan elim boş döndürmedi. Tuzla’daki avlağımda ise öncelikli hedeflerim levrekten ziyade, avı her daim keyifli olan lüfer ve Samsun’da asla bulamayacağım baltabaş karagözdü.

Tuzla’ya yerleşmemin ikinci günü, 24 Nisan akşamı, liman içindeki kuytu bir yerden yeterince iri boy teke yakaladıktan sonra hava kararmak üzereyken liman mendireğin burnundaki kayalıklarda yerimi aldım. Önceki yıllarda buradan çok keyifli karagöz avları yapmıştım. 2002 senesinin 23 Nisan gecesinde burada yakalamış olduğum 2.9 kg’lik karagözün görüntüsü yıllar geçmesine rağmen hafızamdan silinmiyor. Mendireğin burnuna vardığımda olta atan tanıdık iki balıkçıyla karşılaştım. Onlar da karagöze olta attığı için takımlarımı hazırlarken sorular sorarak balık durumu hakkında biraz bilgi edinmeye çalıştım. Söylediklerine göre balık çok seyrek de olsa yakın zamanda bir kaç karagöz yakalanmıştı. Aldığım bilgilerden memnun bir şekilde top şamandıranın altında 2 m 0.28 mm serbest beden ve ucunda sağlam bir kancadan ibaret olan takımımı yem kovamdaki en iri tekeyle yemleyip 25 m kadar ileriye salladım. Oltayı salladığım yerde derinlik 2.5-3 m civarı olduğundan şamandıranın altında bıraktığım mesafe yeterliydi.

Balığın büyük ve seyrek olduğu bu tarz yemli avlar sabır gerektiren avlardır. Çoğu zaman oltamızı attıktan sonra saatlerce balık vurmaz. Avdan boş dönme ihtimali yüksektir ama tek bir balık bile balıkçının bütün emeklerine değer. Oltalarımız suda tek bir vuruş bile almadan 1 saat bekledikten ilk vuruşu Erkan Abi aldı. Tasmayı vurup yakaladığı balıkla mücadele ederken “büyük bir balık, inşallah kopartmaz” diye söyleniyordu. Kamışın bükülmesine ve kaloma ayarının sesine bakılırsa gerçekten büyük bir balığa benziyordu. Kepçe elimde heyecanla Erkan Abi’nin balıkla mücadelesini seyrettim. Nihayet Erkan Abi balığı kıyıya yaklaştırmayı başardığında tek hareketle balığı kepçeleyip dışarı aldım. Kepçenin içinde yatan balık 2002 senesinde yakaladığım balıktan sonra canlı gördüğüm en büyük baltabaş karagözdü. Bizim deyimimizle Marmara’nın ağır abilerindendi. Yıllar önce yakaladığım, imkansızlıklardan dolayı fotoğrafını çekemediğim karagözle hemen hemen aynı büyüklükteki bu karagözle bir kaç fotoğraf çektirip ava devam ettik. İlk balıktan yaklaşık 15 dk sonra bir vuruş da Orhan Abi’nin oltasına geldi. Kısa bir mücadeleden sonra Orhan Abi’nin balığını da kepçeleyip dışarı aldık. Bu seferki balık 1 kg civarıydı. 2008 baharında Marmara’da meydana gelen yavru baltabaş karagöz patlamasında doğan yavrulardan biriydi. Şükürler olsun ki hayran olduğum bu balık artık Marmara’nın her yerinde av veriyor.

Balık alamayan bir ben kalmıştım. Akıntıdan kayan oltamı çekip canlı ve iri, yeni bir tekeyle yemledikten sonra tekrar salladım. Oltamı atalı en fazla 3 dk olmuştu ki bir vuruş da ben aldım. Oturduğum kayanın üzerinden fırlayıp tasmayı atar atmaz oltanın ucundaki müthiş ağırlığı ve balığın kafa vuruşlarını hissetmeye başladım. Sürekli kafa atan balığın dibe yüzüp misinayı kayalara kestirmesini önlemek için kamışı olabildiğince yukarı kaldırarak ve hızlı sarmaya çalışıyordum. Karagöz, eşkina gibi, oltaya yakalandıktan sonra en yakın mağaraya kaçma eğiliminde olan balıkların avında çok fazla kaloma vermek tehlikelidir. Bu yüzden daha sağlam misinalar kullanarak boşluk vermeden çekmek gerekir. Neyse ki çok güvendiğim misinam yüzümü kara çıkartmadı. Balığı kıyıya yaklaştırıp kepçenin içine sokmayı başardım.  Bu da Orhan Abi’nin yakaladığı balık gibi 1 kg civarı standart bir baltabaştı. Tuzla’daki ilk avımda belki de Marmara’nın en nadide balıklarından birini yakalamış olmanın mutluluğu ve huzuruyla bir süre daha olta atıp başka vuran olmayınca avı sonlandırdım. O gece mendireğin burnunda zifiri karanlıkta saatlerce beklemenin mükafatı olarak üçümüz de birer balık yakaladık. Avdan sonra tarttığımızda hepimizin merak ettiği Erkan Abi’nin dev karagözü 2.8 kg geldi.

Ertesi gün, 25 Nisan gecesi, yemlerimi hazırlayıp mendireğin burnuna vardığımda büyük bir kalabalıkla karşılaştım. Anladığım kadarıyla bir gün önce yakalanan balıklardan bir çok kişinin haberi olmuştu. Bir önceki gece balıkları aldığımız daracık alanda 9 kişi sayabildim. Geç kaldığım için en güzel yerlerin kapılmış olmasına hayıflanarak diğer balıkçıları rahatsız etmeyecek şekilde en dıştaki balıkçının yanına geçip takımımı hazırlamaya koyuldum. Olta atacağım yer önceki gece balıkları aldığım yerden 10 m kadar mendireğin dış tarafında kalıyordu. Yeni yerimin derinliğini tam bilmediğimden içimde balık vurmayacağına dair kötü bir his vardı. Ümitsiz bir şekilde hazırladığım takımımı iri bir teke ile yemleyip diğer balıkçıların şamandıralarıyla üst üste gelmemesine dikkat ederek salladım. Yanımdaki balıkçıdan öğrendiğim kadarıyla ben gelmeden önce balık alan olmamıştı. Sürünün henüz geçmemiş olmasına sevindim. Zifiri karanlıkta pürüzsüz denizin üzerine serpiştirilmiş 9 adet fosfor hareketsiz duruyordu. Benim şamandıramda ise fosfor yoktu. Meranın en dışında kaldığım için umutsuz bir şekilde diğer balıkçıların şamandıralarını seyrederken kayaların arasına sabitlediğim kamışımın olduğu yerden bir tıkırtı duydum.  Heyecanla oltama baktığımda ucunun yay gibi eğilmiş olduğunu görünce tasmayı vurdum. Oltanın ucundaki o muazzam kuvveti ve kafa darbelerini hissetmek nasıl güzel bir duygudur Yarabbim! Saniyeler içinde vücudum adrenalinle doldu. Ayağa kalkıp mücadeleye başladım. Balık oltaya yakalanmanın şokuyla önce liman içine sonra kıyıya doğru yüzdü. Misinayı boşlayıp mağaraya girmemesi için kamışın ucunu havaya kaldırarak hızlıca sardım. Çok kısa bir sürede, henüz yorulmamışken yüzeye çıkarıp kıyıya getirdiğim balık, kuyruk darbeleriyle suyu birbirine katarken kendisini kepçenin içinde buldu. En son geldiğim merada oltamı atar atmaz gecenin ilk balığını almıştım. Karamsar halimden eser kalmamıştı. Yakaladığım balıkla bir kaç fotoğraf çektirip mutlu bir şekilde ava döndüm. Açılışı ben yaptıktan sonra diğer balıkçılar tarafından bir kaç balık daha yakalandı. 1,5 saat içinde oltama başka balık vurmayınca avı sonlandırdım. Tuzla’daki ikinci avımda ikinci baltabaşımı yakalamıştım. Daha ne isterdim ki?

Hafta sonunu şehir dışında geçirdiğim için cuma akşamından itibaren 3 gün boş geçtikten sonra 29 Nisan pazartesi akşamı erkenden karagöz merasındaki yerimi aldım. Baltabaş karagözün gece daha iyi vurduğunu bildiğim halde hem meradaki yerimi tutmak hem de şansımı denemek için hava kararmadan oltamı atıp beklemeye başladım. Bir müddet bekledikten sonra karagöz takımım sudayken bir yandan da akşam suyunda lüfere at-çek yapmaya karar verdim. Spin kamışımın ucuna taktığım 14.5 cm’lik bir sahte balıkla mendirek burnundan liman içine doğru yarım saat kadar at-çek yapıp yakışıklı bir lüferi kandırmayı başardım. Hiç hesapta yokken yakaladığım lüferle moral bulmuştum. Havanın kararmasıyla birlikte, at-çek yapmayı bırakıp asıl hedefim olan karagöze konsantre oldum.

Mendireğin burnunda yine kalabalık bir balıkçı grubu vardı. Denizin yüzeyi şamandıraların tepesindeki fosforlarla doluydu. Duyduğuma göre hafta sonu, ben şehir dışındayken güzel balık alınmıştı. Herkes pür dikkat şamandırasını seyrederken solumdaki balıkçı gecenin ilk karagözünü aldı. Hemen ardından sağımdaki balıkçı da ilk yakalanan balık gibi 1 kg civarı bir karagöz yakaladı. Şamandıramın her iki yanındaki şamandıralar sırayla batıp balık yakalamış, bir kaç dakika önce yan yana duran 3 şamandıradan bir tek benimki kalmıştı. Her an balık vuracakmış gibi oltayı elime alıp beklemeye başladım. Nihayet şamandıramın tepesindeki fosfor hafifçe sallandı, yan yatıp kaymaya başladı ve tamamen suya gömüldü. Sertçe bir tasma vurup kısa bir mücadeleden sonra gecenin üçüncü karagözünü dışarı almayı başardım.

Gecenin erken saatlerinde peş peşe gelen karagözlerle ümitlenmiştim. Belki de bu gece şansımız dönecek, hemen önümüzde büyük bir sürü yemlenip av verecekti. Yakaladığım ilk balıktan sonra bir süre oltama vuran olmadı.  İlk balıktan yaklaşık yarım saat sonra ikinci vuruş geldi. Tasmayı vurup oltanın ucundaki ağırlığı hissetmemle birlikte yine o tarif edilmez mutluluğu yaşadıysam da bu mutluluk uzun sürmedi. Olta birden bire boşalıverdi. Balık kancadan kurtulmuştu. Balıkla insan arasındaki adil yarışın bu seferki galibi balık olmuştu. Çok fazla üzülmeden soğukkanlı bir şekilde oltamı tekrar yemleyip salladım. Çok geçmeden şamandıram tekrar suya gömüldü. Tasmayı vurup mücadeleye başladım. Balığın dibe dalıp misinayı kayalara kestirmesine fırsat vermeden kıyıya yaklaştırdım. Artık balığı görmemize çok az kalmıştı ki oltanın ucundaki ağırlık yine boşaldı. Oltayı çekip kontrol ettiğimde kanca yerinde yoktu. Bu seferki balık misinayı dişleyip kesmişti. Peş peşe kaçırdığım ikinci balıktan sonra moralim bozulmuş şekilde yeni bir kanca bağlayıp ava devam ettim. Bu arada kalabalık balıkçı grubundan bir kaç kişi daha balık aldı. Tahminime göre önümüzde yemlenen güzel bir sürü vardı. Kaçırdığım balıkların üzerinden çok geçmeden bir vuruş daha aldım. Tasmayı vurup yakaladığım balıkla dikkatli bir şekilde mücadele edip kaçırmadan dışarı almayı başardım.

Yakaladığım ikinci karagözden sonra kaçırdığım balıkların üzüntüsü geçmiş, iyice rahatlamıştım. Saat 22:00 olmuştu. Kovamdaki 1 lüfer ve 2 karagözün vermiş olduğu rahatlıkla yarım saat daha olta atıp dönmeye karar verdim. İri bir tekeyle yemleyip salladığım oltamın başında bir süre bekledikten sonra göz kulak olmaları için arkadaşlara rica edip koşarak yakındaki bir WC’ye gittim. 5 dk sonra olta attığım yere döndüğümde iki arkadaşımı, birinin elinde benim olta, diğerinin elinde kepçe olduğu halde bir şeylerle uğraşırken buldum. Ben oltamın başından ayrıldıktan sonra balık vurmuş, arkadaşlarım da sağ olsunlar balığı yakalayıp kepçelemişti. Arkadaşlarıma teşekkür edip balığı kancadan çıkarma işini devraldım. Gecenin üçüncü karagözü heyecansız ve zahmetsiz bir şekilde kovama girdikten sonra biraz daha olta atıp 22:30 civarı avı sonlandırdım. Kovamdaki porsiyonluk lüfer ve kiloluk 3 baltabaş karagöz bana fazlasıyla yeterdi.

Tuzla’ya yerleştikten sonra 1 hafta içinde çok keyifli avlar yapmış, Karadeniz kıyısında yaşamaya başladıktan sonra hasretini çektiğim baltabaş karagözlere kavuşmuştum. Önceki senelerde yakalayıp da fotoğrafını çekemediğim baltabaşlara inat, bu seneki avlarımda bolca fotoğraf çekme fırsatı buldum. İlk defa bu kadar fazla baltabaş karagöz fotoğrafı çekmiş olmama rağmen yine de çektiğim fotoğraflarda içime sinmeyen bir şey vardı. Balıkların tamamını hava karardıktan sonra yakaladığım için flaşlı çekimlerde bana göre karagözün güzelliğinin kaynağı olan çizgiler silikleşiyordu. İstediğim kalitede fotoğraflar çekebilmemin tek yolu ise karagözü hava kararmadan önce yakalayabilmekti.

1 Mayıs çarşamba sabahı liman içindeki at-çek denemelerimde 2 lüferi kandırmayı başarınca akşam suyunda da at-çek yapmaya karar verdim. Bu defa liman içi yerine mendireğin burnundan deneyecek, bu sayede at-çek yaparken bir oltayla da karagöze atabilecektim. Akşam saat 18:30 gibi meraya vardığımda kimsecikler yoktu. Her zaman kullandığım şamandıralı karagöz takımımı canlı ve iri bir tekeyle yemleyip salladıktan sonra spin takımımla liman içine doğru at-çek yapmaya koyuldum. Bir yandan at-çek yapıp bir yandan da karagöz takımının şamandırasını kontrol ediyordum. 2-3 atıştan sonra karagöz takımını tekrar kontrol ettiğimde şamandırayı göremedim. Kayaların arasına sabitlediğim oltama baktığımda ucundan çıkan misinanın boşluğunun hızla aktığını fark ettim. Elimdeki spin kamışı heyecanla bir kenara fırlatıp karagöz takımına koştum. Tasmayı vurmamla birlikte oltanın ucundakinin güzel bir karagöz olduğunu anladım. Yanımda yardım edecek kimse olmadığı için balığı yalnız başıma kepçelemek zorundaydım. Neyse ki her zaman olduğu gibi bu sefer de kepçeyi hazır bir şekilde suyun kenarına bırakmıştım. Balığı yorgun halde kıyıya yaklaştırdıktan sonra sakince sol elimde tuttuğum kepçenin içine sokmayı başardım. İlk atışta balık yakaladığıma göre önümde büyük bir sürü olabileceğini düşündüğüm için vakit kaybetmeden oltamı tekrar salladıktan sonra genç bir arkadaştan ricada bulunup fotoğraf çektirme işine koyuldum. Bu balık şimdiye kadar gündüz vakti yakaladığım en büyük baltabaş karagözdü. Gün ışığında flaş kullanmadan birbirinden güzel fotoğraflar çektim.

O gün ve sonraki avlarımda başka karagöz yakalayamadım. Bir daha aynı merada ne zaman av yaparım bilmiyorum ama yüzlerce balıktan oluşan karagöz sürülerinin Marmara’da salına salına dolaştığını bilmek bile içimde tarif edilmez bir duygu uyandırıyor…

LRF – Baltabaş Karagöz

Senelik iznimin ilk günlerinde ailemi ziyaret etmek için geldiğim Değirmendere’de gerçekleştirdiğim gece avının tadı damağımda kalmıştı. Otobüse yetişmek zorunda olduğum için 1 saatle sınırlı kalan kısacık avda yakaladığım mırmır ve azman istavritlerle keyifli bir sezon açılışı yapma fırsatı bulmuştum. İzin dönüşünde de 1 günlüğüne uğradığım Değirmendere’de tekrar avlanabileceğim için heyecanlıydım. Bu defa zaman sıkıntısı çekmeden gece yarısına kadar olta atabilecektim. 10 gün önceki bereketin devam etmesini umarak hazırlıklarımı yapıp olta atacağım saati beklemeye başladım.

Havanın kararmasına yakın 10 gün önce avlandığım iskelede yerimi aldım. Bir önceki avda olduğu gibi spin takımımın ucuna bağladığım 2 g’lık bir zoka ve pembe renkli silikon kurtla deneyecektim. Bu yöntemle avlandığım her zaman olduğu gibi bu defa da yakalamayı en çok arzuladığım balık mırmırdı. Lezzet bakımından çok iddialı olmasa da spin takımın ucundaki iri bir mırmırla mücadele etmenin keyfine doyum olmaz. Silikon kurtla yakaladığım balıklar arasında mücadele bakımından mırmırla rekabet edebilecek tek balık baltabaş karagözdür. Fakat avlandığım merada baltabaş karagöz popülasyonu düşük olduğu ve nadiren oltaya vurduğu için hedefimdeki balıklar arasında yer almıyordu.

Hava kararmadan önce yaptığım bir kaç atışta sonuç alamadım. Zaten bu yöntemle iyi sonuç alabilmek için havanın kararması gerektiğini daha önce defalarca kere tecrübe etmiştim. Aslında bunun çok basit bir açıklaması var. Balıklar çoğu zaman belli başlı yemlerle beslenmeye güdülenir. Hedefindeki yem neyse onu arar. Gündüz vakti canlı tekeye çok rağbet eden istavrit, mırmır, ispari, karagöz ve levrek gibi balıklar silikon kurda pek vurmaz. Çünkü hedeflerindeki yem tekedir. Silikon kurtların taklit ettiği midye kurtları gündüz vakti midyelerin arasında gizlendiği halde gece midyelerin arasından çıkarak serbest bir şekilde dolaşmaya başlar. Dairevi hareketler yaparak suyun içinde gezinen bu kurtlar bir çok balık türünün iştahını kabartır. Dolayısıyla hedef av haline gelir. Balıkların silikon kurda gece daha çok rağbet etmesi de bundandır.

Hava iyiden iyiye kararınca bir kaç dakikalığına mola verdiğim ava geri döndüm. Silikon yemimi 5 m kadar önüme sallayıp dibe inmesini bekledikten sonra kah küçük zıplatma hareketleri yaptırıp kah ağır ağır sararak yüzeye doğru çekmeye başladım. Silikon yem yüzeye yaklaşırken ilk vuruş geldi. Yüzeye yakın vurmasından ve mücadele şeklinden tahmin ettiğim gibi hatırı sayılır büyüklükte bir istavriti zorlanmadan dışarı aldım. Ben ilk balığımı kancadan çıkarıp ikinci atışımı yaptığım sıralarda öğleden beri gri bulutlarla kaplı olan gökyüzü yağmur çiselemeye başladı. Bunun bahar mevsiminin özelliği olan uzun süreli bir yağışın başlangıcı olduğunu bildiğim halde moralimi bozmadım. Balık olduktan sonra ıslanmaya değerdi.

İri bir mırmır hayaliyle yaptığım ikinci atışımda da ilk balıkla aynı boyda bir istavrit yakaladım. Anlaşılan önümde güzel bir istavrit sürüsü vardı. Mırmır olmasa da hassas spin takım ve silikon kurtla bu boydaki istavritleri yakalamak da gayet keyifliydi ama yine de mırmır yakalama ihtimalimi arttırmak için yemi dipte daha fazla oyalamaya özen gösteriyordum. Sonraki atışlarımda da peş peşe aynı boyda istavritler yakalamaya devam ettim. Dipte vuran her balıkta mırmır ümidiyle heyecanlansam da her seferinde gelen istavrit oldu. 1,5 saat içinde kovamda epey azman istavrit birikmesine rağmen benim aklım hala mırmırdaydı.

Bu arada avın başından beri çiseleyen yağmur şiddetini arttırmaya başladı. Üzerimdeki kıyafetler yavaş yavaş ıslanıp ağırlaşmasına rağmen ava devam etmeye kararlıydım. Pembe renkli silikon kurdumu bir kez daha salladım. 30 saniye kadar yemin dibe inmesini bekledikten sonra makinemin sarma telini kapatıp aksiyon vermeye başladım. Yemi dipten yarım metre kadar kaldırmıştım ki sağlam bir vuruş aldım. Bu defaki kesinlikle istavrit değildi. Kafa atışlarına bakılırsa çok iri bir mırmır almıştım. Balık durmadan aşağı doğru basıp kaloma alıyordu. Balık o kadar kuvvetli basıyordu ki oltanın ucundakinin mırmır değil de başka bir balık olma olasılığını düşünmeye başlamıştım. Oltanın ucundaki güzel bir baltabaş karagöz olabilirdi mesela. Balığı görmek için can atsam da makinemde 0.22 mm monoflament misina sarılı olduğundan acele etmeden balığın yorulmasını beklemeliydim. Balığı bir kaç kez dipten kaldırdığım halde tekrar aşağı fişekleyip kaloma aldı. Nihayet yüzeye yaklaştığında tekrar aşağı basmadan önce bir kaç saniye de olsa suyun içindeki parıltısını gördüm. Kesinlikle mırmırdan daha kalın bir balıktı. Marmara’nın ağır abisi baltabaş karagözdü oltanın ucundaki. Balığı gördükten sonra heyecanım daha da arttı. Aklımdan “ya misinayı dişleyip keserse”, “ya iskelenin bacaklarına sararsa” gibi korkular geçtiyse de sakin bir şekilde balıkla mücadele etmeye devam ettim. Nihayet balık yoruldu. Aşağı doğru fişeklemeleri güçsüzleşti, yukarı çekişlerime boyun eğmeye başladı. Ağır ağır sarıp suyun yüzeyine çıkardığımda pes edip yan yattı. Şimdi balığı dışarı almak için bir çözüm düşünmeliydim. Yanımda kepçe yoktu. 0.22 mm misinayla balığı yukarı kaldırmayı denemekse yapılacak son şeydi. 10 m kadar ileride iskelenin karayla birleştiği yerdeki kayalıklara bakıp suyun kenarından balığı elimle alabileceğim bir kayayı gözüme kestirdim. Suyun üstünde yatan balığı ağır ağır kıyıya doğru sürükledikten sonra ıslak kayalar üzerinde kayıp düşmemeye dikkat ederek suyun kenarına indim. Daha önce defalarca kere oltanın ucundaki balığı elimle yakalayarak dışarı çıkarmışlığım olmasına rağmen bu defa baltabaş karagözün vücut formundan dolayı çok zorlandım. Heyecan dolu saniyelerden sonra zorla da olsa ensesinden tutmayı başardığım karagözü dışarı çıkarmayı başardım.

Saatlerdir yağan yağmurun altında sırılsıklam olmuş ama mutlu bir adamdım. Deniz yine cömert davranmıştı bana. Heyecanların, mutlulukların en büyüğünü yaşatıp yüzümü güldürmüştü. Fotoğraf makinesini yağmurdan korumaya özen göstererek yakaladığım karagözle çabucak bir kaç fotoğraf çektirdikten sonra ava geri döndüm. En fazla 20 dakika daha olta sallayıp bir kaç azman istavrit daha alıp avı sonlandırdım. Ben avdan dönerken de iskelenin dibi balık kaynıyordu ama bir gün için bu kadar balık, bu kadar mutluluk bana yeterdi. Onlar ait oldukları yerde yüzmeye devam etsinler. Kim bilir belki ilerde tanışırız kendileriyle…